Fatma B. DİNÇASLAN

Az çok okuyan `Genç`ler olarak neredeyse hepimiz genetiği biliyoruz. Fakat birçoğumuz epigenetik ismini duyunca afallamış olabilir;`bu da ne ola ki? - nerden çıkmış acep?` gibi soruları kendilerine sorabilirler. Telaşa lüzum yok; çok şükür bir diğer `Genç`ler olarak hem kendimizi hem de sizleri bilgilendirmek için buradayız. Hasta ziyaretinin kısası makbul olur misali artık sizleri daha fazla bekletmeden geçiyoruz.

Bundan yıllar önce bazı bilim insanları DNA`nın yapısının yavaş yavaş çözülmeye başlaması ve DNA zincirinin tek tek okunmasıyla `herşeyi ben bilirim` edasında bazıları ise Allah`a çok şükür bu da çözülüyor modunda idi:) İnsan genom projesiyle de bu işler daha zevkli ve daha yararlı bir yola gidiyordu inşAllah. Evet gerçekten bu gelişmeler müthiş derecede güzel gelişmelerdi. İnsanlık tarihinde (b)ilim adına fırından yeni çıkmış taze taze kilometre taşlarıydı bunların hepsi. Birçok bilim adamı bu gelişmeyle insanlığın büyük sırrının ifşa olmasına ramak kaldığına inanmaya başlamıştı. Bu keşiflerle belki de artık herkesin hayat uzunluğu,geçireceği hastalıklar, hangi hastalığa ne kadar yatkın sorularının perde arkası aralanıyordu ki - tamamen de haksız sayılmazlar- tam bu sırada hiç hesapta olmayan bir durum devreye girmişti; epigenetik!

Genler üstü genetik manasına gelen epigenetik biz insanlara acziyetini tekrardan hatırlatır türden bir genetik. Şöyle ki ikiz doğan iki bebek aynı yerde aynı anne ile hatta belki de aynı kıyafetlerle büyütülüyor. Ama aradan kaçan ufak farklılıklar ve epigenetik in kapsama alanına giren DNA daki gen dizilimini etkilemeyen fakat mayoz ve mitoz bölünmelerle nesilden nesile aktarılabilen, canlıyı doğrudan etkileyebilen ırsı farklılıklar neticesinde herhangi bir hastalığa karşı gösterilen tepkiler değişiklik arz edebiliyordu. İşte bu noktadan sonra bilim insanları düşündüler, taşındılar; hatta ikiz farelerle diyabet (bknz.şeker hastalığı) deneyi bile yaptılar. Gerçekten genler üstü bir hareket vardı. Bunun kaynağı ise beslenmeden tutun da bilemediğimiz bir diğer çevresel faktörden gelen birşeylerdi; yani çevrsesel faktörlerin etkisi hiç de öyle azımsanacak türden değildi! Direkt DNA diziliminde bir etkisi olmasa da günümüzde tam olarak açıklığa kavuşturulamamış bazı gerçeklerden ötürü bizi derinlerden (kalıtımsal açıdan) etkileyebilecek derecede baskındı. Aslında her dahi doğuştan dahi olmuyordu; Einstein bu noktada haklıydı` Dehanın %99 u çalışma, %1 ise doğuştandır` derken.

Nitekim her yeni buluşla yeniden ve yeniden anlıyoruz ki insan iradesi cüzi. Sonsuz ilim deryasında bir damla iken belki de su moleküllerinin birbiri üzerindeki çekme kuvveti misali `aha işte buldum!` derken yeni bir damlanın -buluşun- peşinden gideriz. Gitmek vazifemiz lakin unutmamak gereken birşey var ki o da şudur``damlaya takılma,Derya ya bak;Bulana değil,BULDURANA bak`. Evet bakalım her yeni gelen keşifle Allah-u Teala bize neler,ne hikmetler( gösterdi -gösteriyor-) gösterecek yine.


GENÇ'ın Yazısı.