Şubat  2012 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Ümmü Gülsüm Şahin

Ben beni bildim bileli, evimizin bir köşesinde varlığını hep sürdüren bir kutuydu televizyon. Önceleri boyutu küçüktü, ama sonraları gittikçe büyüdü. Siyah-beyazdı, renklendi, şenlendi. Görüntü kalitesi her geçen gün arttı. Değişen her şeyle birlikte gelişerek, ömrünü ve evlerdeki hâkimiyetini artırarak bu günlerine ulaştı. Bugün bir sürü yerli yabancı kanalıyla yedi/yirmidört bize hizmet vermekte olan bir iletişim aracı televizyon. Dünyanın diğer ucunda neler olup bittiğini, kimin kime ne söylediğini, kimin kiminle flört ettiğini, kimin ne gibi haller yaşadığını itinayla seçip bize sunan bir kutu.

Bazen evde ses olsun diye, bazen vakit geçsin diye, bazen meraktan, bazen kimsesizlikten açıp izlediğimiz ve çeşitli kanallarıyla, elimizde kumanda istediğimiz kanalı seçtiğimiz bir arkadaş. Yeni doğan her bebeğin mutlaka daha ilk günlerinden izleyemese de dinlemeye başladığı, kendi büyüdükçe hayatındaki yeri de artan, evlerimizin vazgeçilmezi, büyüklerin haber, küçüklerin eğlence kaynağı.
 
Birçoğumuz onunla geldik bu yaşa. Annemizden babamızdan çok, onu dinledik belki. En yakın arkadaşımızdan bile yakın oldu çoğu zaman. Canımız sıkıldığında kendimizi ona verdik. Gönlümüz daraldığında, hüzünlere boğulduğumuzda, aklımızı dağıtmak için iyi bir araçtı. Yıllarca süren dizileriyle evimize yeni hayatları ve tabii yeni düşünce ve inançları konuk etti. Her geçen gün artarak varlığını devam ettiren programlarıyla, menfaatimiz için neler yapabileceğimizi öğretti.
 
Yirmidört saatin tek bir saniyesini bile boşa harcamayan medya patronları, toplumun gözünü açmak ve geri kalmış milletimizi ileriye götürmek için ellerinden geleni yaptılar. Her gün daha çok kısalan etek boylarıyla daha da şık olduk! Giyilen dekoltelerle güya kendilerine güveni arttı birilerinin, dikkatleri üstümüze çekmeyi başardı. Yaşamlarımız öylece gözler önüne serilirken, topluma örnek olmak ve sözümona yozlaşan geleneği yıkmak adına kendimizi cesurca feda ettik. İslam fıtratı üzere doğan minik yavrular, bu fıtratı kaybetmek için her türlü imkâna sahip oldular böylece.
 
İtinayla seçilmiş olan hayatlar, bir bir gözümüzün önünde yaşandı. Evlerine, yatak odalarına kadar girdiğimiz insanlardan ahlâkı öğrendik güya. Arka sokaklarda düzene başkaldıran insanlardan cesareti gördük. Lüks yaşamlar arasında, dinimizin ‘d’sini dünyanın ‘d’sine değişirken, her geçen gün daha da açılıp saçılan kıyafetlerimiz, artan makyajımızın ardında gizlediğimiz nefret ve kinimiz, gözlerimizde bir şimşek gibi çakan kıskançlığımız bizi biz yapan yegâne özelliklerimiz oldu. Günaha giden yollar bir bir önümüze serilirken gözümüzün alışkanlığı gönüllerimizi susturdu. Bozulan ahlâkî değerlere karşı suskunluğumuz, bizi de ahlâk konusunda vurdumduymazlığa götürdü. Böylece her şeyi normal karşılamaya başladık.
 
Her yapıma itinayla yerleştirilen kadın unsuru, bir karakter olmaktan çok cinsel bir obje haline geldi. Medeniyetimizin en güzel dönemlerinde el üstünde tutulan kadınlarımız, modern çağda toplumu daha iyi yönlendirmek ve şekillendirebilmek için vazgeçilmez bir araç haline geldi. Evlerimizin baş tacı olan hanımlarımız, düzenin ellerinde bir silaha dönüştü. Kadını soydukça daha da çok modernleştiğini düşündü birileri. Ne kadar açıldıysak o kadar Batıya yaklaştık. Özümüzden uzaklaştıkça daha da yükseldik. Anneler işe giderken, çocuklar da başka ellerde şekillenmeye mahkûm oldu. Yavrularımız başkalarının düşünceleriyle ve inançlarıyla şekillenirken, biz de düzene uyum sağlamak ve Batıya uymak adına kendimizin ve onların ahiretlerini dünyaya feda ettik. Çok çok yetmiş-seksen yıl yaşayacağımız şu dünyada düşünme ve harekete geçme yetimizi gaflet uykularında kaybettik. Elimizden alınan maneviyatımızı aramayalım diye yeni ve sahte gündemler oluşturduk. Zaten süslü olan dünyayı süsledikçe süsledik. Ay ve yıldızlar her gece bahçelerimizi aydınlatırken, camlarımızdan onlara nispet edercesine yansıyan sahte ışıklar gözümüzü ve gönlümüzü aydınlattı.
 
Toplumu bir yere çekmek için en iyi araç, hiç şüphesiz televizyondu. Durur muydu birileri, en iyi şekilde kullandılar bu imkânı. Geleceği nasıl şekillendirmek istiyorlarsa, geçmişi öyle sundular bulanık zihinlere. Saniyelik görüntüler gözümüzün önünde akıp giderken, yorulan beynimiz yine televizyonla dinlendi. Akşam izlediğimiz dizide duyduğumuz espri ertesi gün dilimize dolandı. Türkçe mi İngilizce mi derken, ikisini birbirine katıp yeni bir lisan meydana getirdik. Cinselliği arttırdıkça kaybettiğimiz edebimiz yerini hayâsızlığa ve aşırılığa terk ederken, her ürünle birlikte göz önüne sunduğumuz kadınlarımız satışlarımıza tavan yaptırdı. Silahla başaramayanlar televizyonla almak istediklerini alıp, bozmak istediklerini bozdular çoktan.
 
Şimdilerde erkekleri de kullanan reklâmlarımız hayatımızı yönlendiriyor. Kadınların tanıtılan ürünle birlikte pazarlanırcasına kullanılmasına alışmıştık. Sıra erkeklere de geldi tabii. Sonumuz hayır olsun…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.