Uzun bir aradan sonra İstanbul  yoğun bir kar yağışı altında kaldı. Yağışın ilk günlerinde karların yoğunluğu bizi şaşırtsa da şu günlerde alışmaya başladık. Artık ilk günlerdeki gibi acemilik çekmiyor ve gerekli önlemleri almaya çalışıyoruz. İlk gün hazırlıksız olduğumuz için büyük aksaklıklar yaşanmış ve bir çok insan işten eve gidişte uzun yürüyüşler yamak zorunda kalmıştır. Ben de o ilk gün, Üsküdar`dan Ümraniye`ye -Dudullu- kadar yürümek zorunda kalmıştım.Normalde araçların hızından adım atamayacağım caddelerde yürüyerek, araçlarının içinde tek başlarına olanlara nazire yaparcasına adım atıyordum. Ellerimde kar toplarıyla günün stresini ata ata, biraz da yorularak 2 saatte eve ulaştım.

Günler geçtikçe halkımız bilinçlendi, toplu taşımalara yönelerek ve yapılan uyarıları kulak ardı etmeyerek bu manzaraların azalmasını sağladı. Her ne kadar aksaklıklar en aza indirilmeye çalışılsa da tam manasıyla bitirilememiş ve karın acımasızlığı karşısında tavizler verilmeye başlanmıştır. Uçak seferleri, vapur seferleri iptal edilmiş, tüm kamu kuruluşlarının mesai saatleri 15:00 indirilmiştir. Normal koşullarda aracıyla işe gitmek zevkinden taviz vermeyen, otobüsleri, metrobüsleri, beğenmeyen zat-ı muhteremler, karın hiddeti karşısında acziyetlerini kabul ederek bu araçları kullanmak zorunda kalmışlardır.
 
İlmin, fennin, teknolojinin zirvelere ulaştığı günümüzde insanlığın bu rahmet sağanağı karşısında, biçare kalması, insanın etki alanının sınırlarını bizlere gösteriyor. Maddenin, varlığı üzerinde oynadığı oranda kendini bir şey zannedip, benliğinden uzaklaşan insan, bu kar vesilesiyle kısa bir dönemde de olsa özüne yaklaşarak toprağın kokusunu algılamaya başlamıştır. Koca koca adamlar, kravatlı yöneticiler, mini etekli banka personelleri, ya araçlarının içinde saatlerce beklemeyi ya da yollara düşüp tavana kuvvet demeyi seçmek zorunda kalarak, o şişkinliklerini bir kenara atmak zorunda kalmışlardır.
 
Bunların dışında, başta Avrupa olmak üzere birçok bölgeden art arda ölüm haberleri geliyor. Teknoloji deyince akla gelen ilk ülke Japonya`da da şuanda birçok bölge karın sessiz şiddeti altında çaresizce bekliyor.
 
İki gün önce, ben de bu şiddet karşısında boynumu bükerek, sağlık ocağının yolunu tutmak zorunda kaldım. Bizim aile doktoru yıllık izinde olduğu için diğer doktor hanım, hem kendi hastalarına hem de bize bakacaktı. Bu sebeple de kapının önünde kuyruk oluşmaya başlamıştı. Sıra numaramı alarak beklemeye başladım. Yaklaşık 40-50 dakika bekledikten sonra, hemşire bir duyuru yaptı. Yaptığı duyuruya göre saat 15.00`ten sonra muayene yapılmayacaktı.
 
Herkeste bir telaş başladı, sürenin dolmasına henüz 1 saatten fazla bir zaman olduğu halde. Hemen isyanlar başladı, sıra kavgaları, doktora bağırmalar, yaşlıları içeri bırakmamalar. 65 yaş üstü ve bebeklere kanunen öncelik olmasına rağmen içeri giren yaşlıları azarlayanlar mı dersiniz, onların bu hiddetinden korkup ateşli bebeğiyle sıra beklemek zorunda kalanlar mı dersiniz...
 
Bu tablo karşısında yılın 5-6 ayını, sadece resmî kayıtlarda Türkiye`ye bağlı geçiren, bu süre zarfında dünyayla bağlantısı olmayan köyüme gittim. Elazığ`a, Bingöl`e, Muş`a, Dersim`e gittim. Bu kar yağışı üzerinden doğuyla batının duygu ortaklığı içine girerek, akıl ortaklığında birleşmesinin hayalini kurdum. Kendi kendime, ``sizin burada yılda bir kaç gün yaşadığınızı biz aylarca yaşıyoruz`` demek gelse de, cümlenin verdiği `siz-biz` ayrımı yüzünden, bunun yerine gelin duygularda birleşelim demeyi tercih ettim.
 
Sözlerimi, bir söz sultanın sözleriyle nihayete erdirirsem bir değer kazanır düşüncesiyle sözü ona bırakıyorum.
 
Faniyim fani olanı istemem;
 
Acizim aciz olanı istemem;

Ruhumu Rahman`a teslim eyledim, gayr istemem;

İsterim fakat bir yar-ı baki isterim;

Zerreyim fakat şems-i sermet isterim;

Hiç ender hiçim fakat bu mevcudatı birden isterim.
 
Bediüzzaman Said Nursi hz.


Abdulaziz Karakuş'ın Yazısı.