Kendi hayatından başka gündemi olanlar, yeryüzünün mümine mescit kılındığını bildiği için siyasi sınırları pek dikkate almayanlar, sınırların tefrika vesilesi olduğunu idrak edebilenler ve ümmetin içinde bulunduğu durumu merak edip de hassas manşetlere ve samimi sitelere göz atanlar hatırlayacaktır;
abd yani nato askerleri 2012 Ocak ayında Afganistan`da çıkan sayısız çatışmalardan sadece birinde öldürülen(!) Taliban mensuplarının cesedinin üzerine hacetlerini gidermişlerdi!..
Pentagon, görüntülerin ilke ve değerleri ile ters düştüğünü bu yüzden kabul edilemez bir davranış olduğunu duyurmuştu. Ertesi günlerde olayın sonucundan haber bültenlerinde bahsedilmemiş veya olay, küresel gelişmelere ayrılan vakitlerden dolayı bültenlerde yer almamış yani kısaca; kasten unutturulmuştu. Norveçli Hıristiyan terörist Breivik’in unutturulması gibi!
Yine hatırlayacağınız üzere nato’ya ait insansız hava uçaklarının tespit ettiği noktalara yapılan hava saldırılarında siviller hep yanlışlıkla(!) birçok kez hayatını kaybetti. Yanlışlıkla birçok Müslüman öldürüldü o coğrafyada... Belki yüzlerce belki binlerce… Değişen tek şey vardı: o da her saldırı sonrası ölen sivillerin sayısı.
Geçtiğimiz günlerde ise daha başka bir had bilmezlikte bulundu nato askerleri. Eminiz ki bu olay ilk değildi ama öncekiler bültenlere pek düşmedi: “Afganistan`daki Nato askerleri ele geçirdikleri dini kitaplarla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’i de yaktılar. Olayın ortaya çıkmasının ardından Nato özür diledi…” Eee?
Bizzat kameralar karşısına o kalabalık omuzlukları ve bize göre bez parçasından başka bir şey olmayan üniformalarıyla komutanların; ya da lacileri çekmiş Nato`yu temsilen açıklamada bulunacak birilerinin çıktığını sanmıyoruz. Muhtemelen yazılı bir özür metni, bir bildiri var ortada.
Gerçekten de olay, üzerine söz söylenecek türden değil! Kime göre? Elbette bize göre. Onlar için yakılanların bir kıymeti yok. Kıymeti olmadığı için ortada pişman olmalarını gerektirecek bir durum da yok. Peki, onlara haddini ve bu yakılanların ne anlama geldiğini bildirecek babayiğitler yok mu..? Var mı..?
Peki, bizim beklediğimiz bir özür ya da yapılanın hata olduğunun kabul edilmesi miydi? Bu kadar ılımlı hale geldik mi... Kutsala el uzatmanın cezasını özür olarak tayin edenleri anlar mı olduk? Dinimiz bu kadar Gandi’leşti de, pasif bir direnişe mi geçti(k)? Soruların sayısını arttırmak mümkün... Ama söz uzadıkça vurgu kaçıyor.
Bu lanet saldırı(lar) karşısında ne yapmamız gerektiğini bilen(ler) var mı?
Ne yapalım... Bol küfür ve biraz da beddualı, sonu üç nokta ya da ünlemlerle biten, tehdit içerikli cümlelerden oluşan yorumlar mı yapalım?
Sloganlarla yaşadığımızı bütün aymazlığıyla ispatlarcasına bir gurur içerisinde kaş çatarak “bir ölür bin diriliriz biz” diye bağırıp Afganistan’a yakılan bir Kurân’a karşılık bin Kur’ân gönderme kampanyaları mı başlatalım?
Bir elimizde Kur’ân bir elimizde bayrak meydanlara mı çıkalım... Konsolosluk önünde toplanıp, simsiyah çelengimizi patlayan flaşlar arasında bıraktıktan sonra kâfirin suratının ortasında olasıca yumruğumuzu kaldırıp, nutuk atıp, bayrak mı yakalım…
Yoksa yeni Ahmed Yasinlerin çıkıp “Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum.” diye başlayan “ümmetin vicdan uzlaşısı metni” olan yeni mektuplar yazmasını mı bekleyelim?