Zeynep Şahin / Genç Haber Merkezi

“Aczimin giryesidir bence bütün âsârım

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım

Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa;

Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa”
 
Bundan tam bir sene önce 27 Şubat sabahı saat sekiz sularında gördüğüm rüyanın dehşetiyle uyanmıştım. Gördüğüm bir kâbus değildi hayır, bilakis bütün ömrüm boyunca görmeyi arzuladığım ender rüyalardandı. Ama yine de rüyanın tesiriyle içimde uyanan tedirginliği bastıramamış, gözyaşlarımı sessiz sedasız salıverdikten sonra “Hayrolsun Allah’ım” dualarıyla tekrar uykuma devam etmiştim.
 
İnsanın içini o sinsi şüphe bir sardı  mı daha bırakmaz. Beni de bırakmadı nitekim. Öyle ki uyandığımda ablama rüyamı anlatırken “Bana iki şey dedi Hocam ama sana yalnızca birini söyleyebilirim” demiştim.  Zira rüyanın bir kısmının hayra mı yoksa hüzne mi delalet ettiğini kestirememiştim.
 
Öğlen saatlerinde gelen telefonla annemin aniden yüzünün değiştiğini görünce “Anne, Erbakan mı?” diyebildim sadece. Telefonu alelacele kapatması da hayra alamet değildi çünkü. Annemin bana cevaben başını önüne eğmesi, gözyaşlarımı bırakmama yetmiş de artmıştı bile. Ne acıdır ki rüyamın çözümleyemediğim kısmı da böylece aydınlanmış ve benim ifşa etmekten korktuğum cümle, bir veda cümlesi olup çıkmıştı önüme! O an “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” dedikten sonra yapılabilecek tek şey buydu belki: Ağlamak. İslam âleminin sıkıntılarını kendine dert edinmiş bir lideri kaybetmiş olmanın acısıyla ağlamak.
 
Necmettin Erbakan’ın hayatıma ne zaman girdiğini bilmiyorum. Tek bildiğim, Allah’a kul, Efendimiz’e ümmet olma yolunda karakterimde ve pratiğimde iyiliğe ve hayra dair ne varsa hepsinin bana Erbakan Hocam vasıtasıyla ulaştığı; hatalarım ve günahlarımın da ancak nefsimden olduğu gerçeğidir.
 
Onu kaybettiğimiz günün yıldönümünde onunla aynı zamanı paylaşan ama onu gerçek yüzüyle tanımaktan uzak tutulan bir milletin var olduğu acısı, beni bu satırları yazmaya zorladı. Zira Necmettin Erbakan’ın, siyasi tarihimizde ölçülü-ölçüsüz en çok eleştirilen, karalanan ve maalesef iftiralara uğrayan devlet adamı oluşu kimsenin reddedemeyeceği bir gerçektir. Onun yanlış tanınmasında en büyük payın hiç şüphesiz medyaya ait olduğunu da hemen herkes bilir.
 
Erbakan, medyanın bu yöndeki gayretini 1980 yılında TBMM kürsüsünde bir hitabına başlarken TRT’nin konuşmasını canlı yayın olarak vermiş olmasının sevinciyle “TRT yönetimine de huzurlarınızda teşekkür etmeyi bir vazife sayıyorum ve inşallah, şu toplantının sonuna kadar TRT’nin trafoları patlamaz!” diyerek kendisine uygulanan bilinçli ambargoyu muzip bir dille ifade etmişti.
 
Şimdi televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında ve internet sitelerinde Erbakan’la ilgili yanlış bilinen pek çok gerçekler teker teker dile getirilmeye başlayınca insan ister istemez “İnşallah trafolar patlamaz” diyor.
 
Özelde Müslüman gençliği, genelde ise İslam alemi olarak bu büyük lideri tanımaya ve anlamaya muhtacız. O aramızda olmasa da küllerini üflediği bu toprakların insanıysak şayet, onun kadim ideallerini anlamak, yaşatmak ve gerçekleştirmek de hepimizin birincil vazifesidir. Zaten hayat, iman ve cihaddan gayrı nedir ki?


Zeynep Şahin'ın Yazısı.