Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gece kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam ıslandı. O, bu hâldeyken Bilâl namaza çağırmaya geldi. Ağladığını görünce:

–Yâ Rasûlallâh! Allâh Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz? dedi.

Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

– Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun! dedi ve şu âyetleri okudu:

“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sahipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbîh ederiz; bizi cehennem azâbından koru! (derler).” (Âl-i İmran, 190-191)

Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişini hiç tefekkür ettik mi? Yoksa Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- in “Yazıklar olsun!” hitabına mı maruz kaldık? Birazdan anlatacaklarımızla bir nebze de olsa o hitaba maruz kalmayanlardan olmaya çalışacağız.

Okullardaki coğrafya derslerinde anlatıldığı kadarıyla biliyoruz ki gece ve gündüzün oluşması Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün (Dünya’nın kendi etrafındaki dönüş hızı= 1674 km/ saat) bir sonucudur. Bu sayede Güneş’in gökyüzündekikonumu sürekli değişir ve buna bağlı olarak da zaman tayini yapılır. Zaman tayini ise bütün işleri saatlere bağlı olan biz insanlar için son derece önemli bir kavramdır.

Güneş’in gökyüzündeki düzenli hareketi, zaman tayinine de aksetmektedir. Peki Güneş doğudan doğup düzenli bir şekilde hareket etmeseydi ne olurdu? Yani doğudan doğup gökyüzünde yükselip alçaldıktan sonra batıdan batmasaydı ne olurdu? Ya Güneş doğup yükseldikten sonra tam batacakken geriye doğru gidip de yeniden yükselseydi? İşlerimiz birbirine girerdi değil mi?

Bu olay bize çok komik gelebilir ya da sadece bilim kurgu fi lmlerinde olabilecek bir olay gibi düşünebiliriz. Ancak bu olayı sürekli olarak yaşayan bir gezegen mevcut. Çok uzakta değil, yalnızca 150 milyon (ortalama) kilometre uzağımızda. Evet, Merkür’den bahsediyoruz. Güneş’imize en yakın ve aynı zamanda en küçük gezegeninden. Peki neden Güneş, Merkür göklerinde böyle ilginç bir harekete imza atıyor?

Merkür’ün kendi etrafında bir turu tamamlaması için gereken süre 58 gündür. Güneş’in etrafında bir turunu da bu sürenin üçte ikisi kadar bir sürede yani 88 günde tamamlamaktadır. Dolayısıyla Güneş’in Merkür göklerindeki görünür hareketi Dünya’dakinden çok yavaştır. Güneş Sistemi’mizin en küçük gezegeni, Güneş’in etrafında izlediği yolun bazı kısımlarına geldiğinde Güneş, Merkür’ün gökyüzünde hareketsiz kalır ve ters yöne doğru yani doğudan batıya değil de batıdan doğuya doğru harekete etmeye başlar. Belli bir süre sonra Güneş tekrar duraksar ve Merkür’ün göğündeki hareketine kaldığı yerden devam eder. Bu olayın hikmeti ise Merkür’ün aşırı eliptik yörüngesinin altında gizlidir.

Süprizlerle dolu bu gezegenin bir başka ilginç özelliği de bir gününün bir yılından uzun olması. Bu gezegende iki gündoğumu arasında geçen süre yaklaşık 176 gün. Az önceki ifademizden hatırlayacağınız gibi bir Merkür yılı ise 88 gün. Yani bir Merkür günü iki Merkür yılına tekabül etmekte ve bu da ona “günü, yılından uzun olan gezegen” dememize sebep olmaktadır.

Merkür’ü, Güneş’e en yakın gezegen olması sebebiyle diğer gezegenlere nispetle gözlemlemek daha zor ama imkansız değil. Temmuz ayının ortalarında temiz ve bulutsuz bir gecede batı ufkunda çıplak gözle bile görmeniz mümkün. Hatta küçük bir teleskopla bakarsanız, Ay’ın evrelerine benzeyen hallerini de görme fırsatını yakalarsınız.

Şimdi Merkür’de gerçekleşen bu olayların Dünya’da da olduğunu hayal edin. Daha sonra bu olaylar karşısında insanoğlunun halini tefekkür edin. Bu derin tefekkürden sıyrıldıktan sonra Allah-u Teâlâ’nın şu sorusu bize başka bir tefekküre yelken açtırıyor: “Artık Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”(Rahmân, 69)


Muaz Erdem'ın Yazısı.