Euro 96’ya katılmak bir başarıydı, ancak oradan sıfır puanla dönünce daha önce fark edilmemiş bir şey ortaya çıktı: Uzun başarısızlık yılları döneminde milli takım herkes tarafından sadece bir ağlama duvarı iken, başarı beklentisi olup da sonuç hüsran olunca işler karışmıştı.

utbol milli takımımız 2012 Avrupa Şampiyonası’na gitme hakkını elde edemedi ve bizi bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Toplum olarak milli takımla tuhaf bir ilişkimiz vardır. Bir kere koca ülkede Milli amigo Birol’dan başka taraftarı yoktur. Neden yoktur, çünkü bizde taraftarlık başarı odaklıdır ve milli takımın da 1996 Avrupa Kupası’na katılma hakkı elde edinceye kadar en büyük başarısı 1954 Dünya Kupası’na katılmak ve o dönemlerde Macaristan milli takımını İstanbul’da dostluk maçında 3-1 yenmiş olmaktır. Gençlere komik gelecektir, 15-20 sene önceye kadar o Macaristan zaferinin yıl dönümü kutlanır, kutlamaya da o takımda oynayıp ebediyete intikal etmiş futbolcuların ruhuna saygı duruşu yapılarak başlanırdı.

Milli takım doğal olarak kulüp takımlarından seçilen futbolculardan kurulur, Türk futbolunun ağırlığı da İstanbul’da olduğu için takım da İstanbul karması + birkaç Anadolu çocuğundan oluşur. Anadolu dediğimiz coğrafyada yaşayanlar da kendilerine İstanbul’dan bir takım seçtikleri için bu duruma Trabzonsporlular dışında çatlak ses çıkaran pek olmaz.

Euro 96’ya katılmak bir başarıydı, ancak oradan sıfır puanla dönünce daha önce fark edilmemiş bir şey ortaya çıktı: Uzun başarısızlık yılları döneminde milli takım herkes tarafından sadece bir ağlama duvarı iken, başarı beklentisi olup da sonuç hüsran olunca işler karışmıştı. Herkes sorumluluğu taraftarı olduğu kulüp takımının haricindeki futbolculara yüklüyordu. Milli takımın hocası da bizim takım kökenliyse masumdu, başka bir takımdan gelmişse haindi. Hele yabancı bir hocaysa yurt içinde kendisine sahip çıkacak bir kemik kitle olmadığı için ahır küreğiyle kovalanması çok daha kolay oluyordu, ne kadar parlak bir kariyeri olursa olsun.

Başarı halinde ise herkes kendi takımından gelen futbolcuların sayesinde zafere ulaşıldığını iddia ediyordu. Teknik direktörün işi her halükârda fenaydı, çünkü takım başarılı bile olsa teknik adamın geçmişindeki kulübün taraftarları kendisini göklere çıkarırken diğerleri “o değil de filanca hoca olsa takım daha başarılı olurdu” diyorlardı. Adım gibi eminim ki, bir gün Türk milli takımı dünya şampiyonu olsa ve başında yerli bir teknik direktör bulunsa birileri çıkıp “takım ona rağmen başarılı oldu, kim olsa o takımı şampiyon yapardı” diyecektir.

Milli takım, adı üstünde milletin takımıdır. (Burada milleti İslami terminolojideki anlamıyla değil, “ulus”un karşılığı olarak kullanıyoruz) Milletin takımıysa “senin futbolcun-benim futbolcum, senin teknik direktörün-benim teknik direktörüm” neden oluyor? Hepsi bizim değil mi? Kaderde ve kıvançta ortak değil miydik biz?

Bu konuyu takip ederek toplumun sosyal dokularında ilerlediğiniz zaman, ortada sağlıklı bir millet bağının olmadığı sonucuna kadar rahatlıkla gidebilirsiniz. Biz o tarafları fazla kurcalamayalım. Ancak bir gerçek var ki, başarı ve mutluluğa aç bir toplumda başarılı bir futbol milli takımı, sosyal anlamda pek çok sorunu bertaraf edebilirdi. Yabancı kaynaklı bir futbol belgeselinde, eski bir Alman futbol yetkilisi “biz her zaman milli takımı kulüp takımlarımızdan daha ön planda tuttuk, daha fazla önemsedik” demişti. Gerçekten de Alman milli takımı Dünya futbol tarihinin en başarılı takımları arasındadır ve bu başarı düzeyinin Almanya’nın milli birlik ve beraberliğine kesinlikle katkısı olmuştur. Yine öyle bir belgeselde, İtalya’nın 1982 Dünya Kupası’nda şampiyon olmasından sonra yapılan yorumlarda, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bütün İtalya’nın birlikte sevindiği ve kutlama yaptığı ifade edilmişti. İtalya’nın kuzeyi ile güneyi arasında ciddi kopukluklar olduğunu, Almanya’nın da aslında muhtelif bölgeler arasında anlaşamayacak kadar lehçe farkları bulunduğunu, İtalya bu konularda problemler yaşadığı halde Almanya’nın rahat olduğunu not edelim.

Üzerinde nedense fazla durulmayan çok önemli bir ayrıntıyı da gözden kaçırmayalım: Bizim milli takım 2002’de Dünya üçüncüsü olunca sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede kutlamalar yapılmıştı. Şu Osmanlı hinterlandında bulunan ülkelerdi bunlar. İngiltere herhangi bir spor dalında bir başarı elde etse, Hindistan, Pakistan ya da üzerinde güneş batmayan imparatorluğun bir başka köşesinde kutlama yapılır mı dersiniz? Bu bize bir şey ifade etmeli, değil mi?


Bülent Şirin 'ın Yazısı.