20 yıl kadar önce yönetmen İsmail Güneş, senaryosunu kendi yazdığı bir film projesinin TRT denetiminden geçmediğini, kendisine gerekçe olarak da hikayede yer alan bir imamın olumlu bir karakter olarak resmedilmesinin gösterildiğini söylemişti. 

Birkaç yıl önce bir televizyon kanalında “Hayat Bilgisi” adında bir öğrenci dizisi yayınlanmış, hayli de ilgi görmüştü. İyi bir oyuncu kadrosu vardı, sıcak ve sempatik diliyle geniş kitlelerin beğenisini kazanmıştı.

Dizide Afet öğretmen adıyla başrolde oynayan Perran Kutman’ın bir tiki vardı: Hangi ortamda, ne şekil ve amaçla söylenmiş olursa olsun; “hoca” kelimesini duyar duymaz “hoca camide!” diye zıplıyordu Afet öğretmen. Hani şu bir tarafına dokunduğunuzda istem dışı küfür eden insanlar gibi. Nesiller boyunca ısrarla kafalara kazınmaya çalışıldığı halde bir türlü tutmayan “hoca-öğretmen” devrimi alttan alttan mizah malzemesi mi yapılırdı; yoksa bu başarısızlık son derece idealist ve saygıdeğer bir öğretmen vasıtasıyla son bir hamleyle başarıya mı dönüştürülmeye çalışılırdı bilinmez.

Ancak bir gerçek var ki, hocanın yerine öğretmen geç(e)medi. Her birimiz ilkokulda zoraki şekilde “öğretmenim” dedik, ortaokula geçtikten sonra derhal öğretmenlerimize “hocam” demeye başladık. (Bu arada sevgili okurlara bir zamanlar ilk ve ortaokulun ayrı olduğunu acizane hatırlatalım. Bizimki de o zamandan kalma ağız alışkanlığı. Ancak sanırız değişen bir şey yoktur, 5. sınıftan itibaren sözünü ettiğimiz süreç işliyordur.)

Uzatmayalım. “Öğretmenim” tutmadı ve “Ooordaaa bir köy var uzaktaaa” türküsü gibi hoş ve sevimli bir çocukluk ritüeli olarak kaldı. “Hocam” ise bütün tarihî derinliğiyle, sıhhat ve selametinden hiçbir şey kaybetmeksizin yoluna devam ediyor.

Bütün bunları bana hatırlatan şey, geçtiğimiz günlerde bir gazetenin internet baskısında yer alan “Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan çok tartışılacak sözler” başlığıyla verilen haber oldu. Sağ olsun, o gazetenin manşetlerinden “tartışılacak” başlıklar eksik olmaz ama ben yine de sayın başkan absürd bir şey mi söylemiş acaba diye haberin içeriğine baktım. Özetle şunları söylemiş Bardakoğlu: ““Camiler, gençlerin, çocukların, kadınların ve toplumdaki herkesin buluşacağı sosyal ve kültürel faaliyetlerin merkezi olmalı. (....) Din görevlimiz sadece camide namaz kıldıran bir memur değildir. Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalıdır.”

Kısaca sayın başkan, hocanın caminin dışında da hocalık yapması gerektiğini vurguluyor. Yani esasında olması gereken şeyi. Halbuki Hristiyan Batı ülkelerinden gelen bütün filmlerde, papazlar “Aziz Peder” diye anılır ve istisnai bazı aykırı filmler dışında hepsi de yardımsever, herkesin yardımına koşan, sevilen, sayılan insanlardır. Efsanevi “Baba” filminin son bölümünde Michael Corleone bile gidip bir kilisede Aziz Peder’in huzurunda günah çıkarmaya kalkmış; ancak günahları korkunç boyutlarda olduğu için olsa gerek, pederin olağanüstü yardımlarına rağmen bunu başaramamıştı. (!)

Halbuki Türk filmlerinde hoca ya hiç yoktur ya da cübbeli, sarıklı, çember sakallı ve karanlık suratlı bir tipleme olarak resmedilmiştir her zaman... 20 yıl kadar önce yönetmen İsmail Güneş, senaryosunu kendi yazdığı bir film projesinin TRT denetiminden geçmediğini, kendisine gerekçe olarak da hikayede yer alan bir imamın olumlu bir karakter olarak resmedilmesinin gösterildiğini söylemişti. Hoca (ve tabiî hoca mektebi) kötülenmeli, olumsuzlanmalıydı ki insanlar modern ve çağdaş eğitim sistemini benimsesinler, eski sistem yüzünden dünyadan geri kaldıklarını, yeni sistemle dünyayı yakalayabileceklerini kabul etsinler. Kazara hocanın aslında olumlu bir unsur olduğu anlatılacak olursa, her şey tersine dönebilirdi. (!)

Bu ülke cenazelerini kaldıramama tehlikesiyle karşı karşıya kalacak kadar “hoca”yı hayatından çıkarmasına rağmen, muasır medeniyet seviyesinin yanına bile yaklaşamadı. Belki okuma-yazma bilenlerin sayısı arttı, ancak kitap, dergi, gazete okuma oranı komik düzeylerde kaldı. Ülkeden bilim adamı çıkmadı. Profesörler arttı, yayınladıkları kitaplar “çalıntı” çıktı.

Şükürler olsun ki, böyle bir eğitim sistemine rağmen toplumun geçmişiyle bağlarını koparmak mümkün olmadı. Hoca camiden eksik olmadı, insanlar onu unutmadı. Bazen gizli bazen açık, tatillerde de olsa dinlerini öğrenmeleri için ona gönderdiler. Dereler tersine akmaz. Önü ise ancak bir müddet kesilebilir. Sonra yine yatağını bulur, eskisi gibi akmaya devam eder.


Bülent Şirin 'ın Yazısı.