Kur’an-ı Kerim açık ve net bir şekilde herkesin yaptıklarından sorumlu olduğunu vurgular sık sık. Bu bir bakıma şu demektir: İnsana verilen irade, herhangi bir baskı ya da zorlama altında değildir. Herkes dilediğini yapma konusunda özgürdür. Dileyen hak ve doğru yolda yürüyüp güzel işler yapabilir, dileyen de bâtıl ve yanlış yolda ilerleyip çirkin işlere sebep olabilir. Ardından da herkes, iradesini nasıl kullandığına göre hesaba çekilir…

Meselenin önemli bir noktası da şudur: Allah insanın iradesine saygı gösteriyor. Hiç kimseye zorla ne imanı veriyor, ne de sapkınlığı. Dilese herkes iman edebilir, ya da yoldan çıkabilir, amenna. Ama Allah bunu dilemiyor. Peki ne diliyor? Cevap çok açık: Herkes iradesinin hakkını versin; kendi yolunu, durumunu ve değerini kendisi belirlesin. Tabiri caizse, Allah iradelerimizin üzerinde darbe yapmıyor, kimseyi zorla bir yola sokmuyor, baskıyla bir şekle büründürmüyor…

Madem ölçü budur, bizlere düşen irade sermayesini doğru bir şekilde kullanıp, hem dünyamızı hem de ahiretimizi kazanabilmektir. Çünkü bu dünya, sonu ahirete uzanan bir test alanıdır: İradenin test alanı… Mesele bu testten geçebilmektir…

Son olarak, “irade kahramanlarından” derlediğim, meselenin özünü ifade eden birkaç cümle ile bitireyim sözlerimi:

“İradeni kullandıktan, bahane üretmedikten sonra, yedi kat gökler senin emrindedir. İradeni sonuna kadar ve doğru bir şekilde kullan, her işi başarırsın. Sen iradenin hakkını vermedikçe Allah yürü ya kulum demez.”

Not: İbrahim Sûresi 21. ayette, kişinin iradesinin üzerinde herhangi bir dış şartın ya da gücün etkisinin olmadığı açık bir şekilde ifade ediliyor. Her daim sorumluluğumuzu hatırlatsın ve iradelerimize güç katsın diye birlikte okuyalım:

“Ve her şey olup bittikten, hüküm yerine geldikten sonra Şeytan der ki: ‘Gerçek şu ki, Allah size gerçekleşmesi kaçınılmaz bir söz vermişti! Bense (her fırsatta) size birtakım sözler verdim ama sizi hep yüzüstü bıraktım. Yine de benim sizin üzerinizde gerçekte bir nüfuzum (gücüm, kudretim, etkim) yoktu: Sizi sadece çağırıyordum; siz de (bu çağrıya) icabet ediyordunuz. Bunun içindir ki, beni suçlamayın, yalnızca kendinizi suçlayın. Ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım; ne de siz benim imdadıma yetişebilecek kimselersiniz; çünkü, bakın ben, sizin vaktiyle beni (Allah’a) ortak koşmanızda bir doğruluk payı olduğunu her zaman reddetmişimdir’. Doğrusu, tüm zalimleri çok can yakıcı bir azap beklemektedir.


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.