Yüce Allah’ın Zât-ı ulûhiyetini beşerî idrâkimizle tam anlamıyla kavramak imkânsız gibidir. İnsan aklı tek başına bu yüceliği ihâta edecek mâhiyette yaratılmamıştır.

Peygamberler ve ilâhî kitaplar vasıtasıyla gerçekleştirilen Rabbanî terbiyede sünnetullah (Allah’ın değişmeyen kanunu), öncelikle terbiyeye muhatap olan insanın gönül ve zihin dünyasında belli başlı şuur dinâmikleri oluşturmaktır. Diğer bir ifadeyle insanın idrâkine, hayata ve varlığa nasıl bakması gerektiğine dair, bir takım değer yargıları yüklemektir. Allah Resûlünün, henüz terbiye görmemiş ham insana uyguladığı eğitim metodolojisine ve Rabbimizin tüm insanlığı kemâl noktasına eriştirmek için gönderdiği Kur’an mesajına bu gözle bakılınca, öncelikle şu alanlarda bir şuur/ bilinç oluşturduğu anlaşılır:

• Ulûhiyet (Doğru bir Allah inancı yerleştirmek)

• Nübüvvet (Peygamberlik müessesesini doğru kavramak)

• Âhiret (Ölüm ve sonrasına yönelik mesuliyet merkezli bir iman)

• Dünya (İçinde yaşanılan hayatın sıhhatli değerlendirilmesi)

• Dost-Düşman • Hudûdullah (Allah’ın çizdiği sınırlara riâyet)

• Mal-mülk ve evlâd ü iyâl (Sorumluluklar ve değerleri)

• Kulluk (Kime ve nasıl)

• …

İşte Rabbânî terbiye mektebinde şahsiyeti oluşturan temeller, yukarıda sayılan alanlarla ilgili sıhhatli bir bakış açısı kazandırmakla atılmaktadır. Biz bu yazımızda bir şuur dinamiği olarak ulûhiyete yer verecek, diğer dinamikleri gelecek yazılarda inceleme konusu yapacağız.

İnsanlık tarihi boyunca yanlış ilah tasavvurları, insanın düşünce ve duygu dünyasını ve bunun tabii sonucu olarak da ilişki ve davranışlarını ifsat ettiğinden, Rabbânî terbiye sisteminde doğru bir ulûhiyet inancı son derece önemli bir yer işgal eder.

İnsanın yaratılış misyonu ilâhî kelâmda:

1. Yalnız Allah’a kulluk etmek,

2. Yeryüzünü O’nun istediği gibi imar etmek

3. Hakk’ın murâdını yaşadığı dünyada hâkim kılacak bir halife olmak şeklinde açıklanmıştır.

Bu misyonun hayat bulması ve şahsiyete bürünmesi, öncelikle Allah’ı doğru tanımak (mârifetullah) üzerine binâ edilecektir. İnsân-ı kâmil yetiştirme ocakları diyebileceğimiz tasavvufî müesseseler/ tarikatlar de, kişiliğin olgunlaşma sürecini başından sonuna kadar mârifetullah merkezli bir eğitim anlayışı içinde gerçekleştirmektedirler.

Yüce Allah’ın Zât-ı ulûhiyetini beşerî idrâkimizle tam anlamıyla kavramak imkânsız gibidir. İnsan aklı tek başına bu yüceliği ihâta edecek mâhiyette yaratılmamıştır. Bunun içindir ki, Hak Teâlâ Hazretleri, kendi Zâtını yine kendisi tanıtmaktadır. Özelde “el-Esmâu’l-husnâ” (Allah’ın en güzel isimleri) ile, genelde de doğrudan ya da dolaylı olarak birçok âyet-i kerime ile kullarının zihin ve gönül dünyalarını sıhhatli bir ulûhiyet inancı ile inşâ etmektedir.

Bu çerçevede;

Öncelikle yaratıcının birliği ve ortağı olmadığı (vahdâniyyeti) gerçeği ehemmiyetle vurgulanır. “Lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) hakikati îmâna giriş cümlesi olarak gönüllere yerleştirilir. Sonra da bütün bir hayat, bu hakikatin etrafında şekillenir. Buna göre ibâdete layık, emri dinlenecek, boyun eğilecek, kendisine kul köle olunabilecek yegâne varlık Allah’tır. O’ndan başka hiçbir varlık, hiçbir arzu, hiçbir otorite, ilahlık payesine asla layık değildir. Hâkimiyet O’nundur. Kendimizde ve yaşadığımız hayatta yalnız O’nun hükümleri belirleyici olacaktır. O’nun hiçbir ortağı ve benzeri yoktur. En fazla sevilecek, uğruna mal ve can verilecek O’dur. O’na varmayan yollar bâtıl, yalnız O’na çıkan yol sırât-ı müstakîmdir. Yaratan O’dur, rızık veren O’dur, yaşatan O’dur, öldüren O’dur, kendisine hesap verilecek olan da ancak O’dur. Bütün nimetler O’ndan gelir. O’nun izni ve iradesi olmadan bir yaprak bile kıpırdayamaz.

O kullarına uzak değildir; onlara şahdamarlarından bile daha yakındır. Öyleyse O’na ulaşmak için aracılara gerek yoktur. Zira yerde ve gökte kim ve ne varsa, hepsi O’nundur ve yalnız O’na kul olmak durumundadırlar.

Kul, bütün söz, amel ve davranışlarını ancak O’nun rızasını elde etme maksatlı yönlendirmelidir. O’nu hiçbir zaman unutmamalı, hiçbir meşguliyet kendisini O’ndan koparmamalıdır. İzzet veren de, zillete düşüren de O’dur. Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de söküp alır. Kullarına karşı asla zulmetmez. Merhameti gazabını geçmiştir. Affı ve bağışlaması sonsuzdur. Fakat kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Her şeyi bilir, görür ve işitir. O’na hiçbir şey gizli kalmaz. Zerre kadar iyiliğin ve zerre kadar kötülüğün karşılığını verir.

Allah şuurunu gönüllere yerleştiren bu ve benzeri bu vasıflar, muhtelif âyetlerde değişik vesilelerle zikredilmiştir. Bununla beraber bâzı âyet ve sûrelerde ise Yüce Yaratıcı Zât-ı Ulûhiyyetinin doğrudan tanıtmıştır. Şöyle ki:

“De ki: O bir tek Allah’tır.

O, Samed’dir (her şeye O’na muhtaç ve fakat O hiçbir şeye muhtaç değildir)

O, doğmamış ve doğrulmamıştır.

Hiçbir şey O’na asla eş ve denk olmamıştır.” (İhlâs Sûresi, 1-4)

“O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. İdrâk edilemeyen ve edilebilen her şeyin âlimi sadece O’dur; O özünde merhametli (Rahmân), işinde merhametli (Rahîm)dir.

O kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır; varlığın mutlak hâkimidir (el-Melik), kutsalın kaynağıdır (el-Kuddûs), mutlak kurtuluş ve huzurun membaıdır (es-Selâm), güven ve îmân verendir (el-Mü’min), koruyup kollayan mutlak otorite sahibidir (el- Müheymin), mutluk üstün ve yüce olandır (el-Azîz), her şartta irâdesini yürütendir (el- Cebbâr), büyüklüğünde sınırsız olandır (el- Mütekebbir). Eşsiz yüce olan O, onların şirk koştukları her şeyin ötesindedir, aşkındır.

O Allah’tır; mutlak yaratıcıdır (el-Hâlık), var ettiğinin ilk örneklerini yaratandır (el- Bâri), yarattığı ilk örneklere sûret giydirendir (el-Müsavvir).

En güzel vasıflar ve tüm mükemmellikler Allah’a mahsustur: Göklerde ve yerde olan her şey O’nun adına hareket eder: zira O’dur her işinde mükemmel olan, her hükmünde tam isâbet eden.” (Haşr Sûresi, 22-24)

“Allah zâtından başka ilâh olmayandır; mutlak diri, hayatın ve varlığın kaynağı ve dayanağıdır. Ne gaflet basar O’nu, ne de uyku. Göklerde ve yerde olan her bir şey O’nundur. O’nun izni olmaksızın katında şefâat edecek olan da kimdir? O, kullarının önünde/açıkta olan şeyleri de, ardında/gizli olan şeyleri de bilir; oysa onlar, O dilemedikçe, O’nun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun sonsuz kudret ve otoritesi gökleri ve yeri kaplamıştır, üstelik onları görüp gözetmek O’na ağır gelmez. Gerçekten, yüce ve azametli olan, yalnızca O’dur.”(Bakara Sûresi, 255)

Böyle bir ulûhiyet inancı kalbine yerleşen kimse, hiç şüphesiz her an Allah ile beraberlik şuuru içinde bir hayat kalitesine erişecektir. Düşünce, duygu ve davranışlarının merkezinde hep Allah olacaktır. Yalnız O’na güvenecek, yalnız O’ndan yardım talep edecek ve yalnız O’na boyun eğecektir. Bu durum, Allah dışında tüm varlığa karşı, onurlu ve hür bir şahsiyet inşasının en önemli temelidir. Kişiliğe yalnız Allah’a güvene dayanan bir özgüven yükleme ameliyesidir. İşte Rabbânî eğitim mektebinde insana verilen ilk ders de budur.


Adem Ergül 'ın Yazısı.