Ömer Öztürk
Onların 5+3’lerle, 4+4’lerle, sıfıra sıfır elde var sıfırlarla hiç mi hiç işleri olmamış idi. Hiç tanıyamadık onları. Halbuki onlar bir vakitler buralardaydılar.
Hep buralarda olmuşlar, yaşamışlardı; bizler gibi, herkes gibi. Şen kahkahaları, feryad ü figanları arş ı âlâya yükselmiş imiş; böyle söylermiş melekler. Kim bilir, hâlâ o yüce asumanda mahfuz bulunuyordur gelip, geçip, giden ama var edilemeyen hayat emareleri…
Şu sıralar Üsküdar’da Toptaşı Divitçiler’de belediyece restore edilmekte olan Yakup Ağa Sıbyan Mektebi’ni (1) hayran nazarlarla seyreylerken, tasarlıyorum. Doğrusu ya, ilk defa 1987 senesinde, 12 yaşımı yaşıyor iken, yaz tatilinde, kırık ders ikmâli için, Doğancılar’da bir dershaneye gidip-gelmeye başladığım vakit, o vakitten 200, 300 ve hatta 400, ve hatttaa 500 yıl evvel de Osmanlı evlâdlarının şu ulvî şehr-i Üsküdar’da mekteplere gidip gelmiş, ders talim etmiş olduklarından asla haberim yoktu ve zaten olmasına da imkân yok idi.
Hem zaten hep bize anlatılanlara inanıyorduk ya; hani ya, inandırılmasak inanacağımız da yoktu kolay kolay, inanınız. Birine bile...
Mesela!
Bir Cumhuriyet devri talebesi olarak, sınıfta bir talebenin sırtında demir sopa patlatmış bir öğretmeni bile görme talihsizliğine uğramış bir talebe olarak, uzun sırıklı, falakalı mahalle mektebi hocaları masalına inanmamı beklemeyeceksiniz değil mi bendenizden?
Meğer İstanbul’un ilk mekteplerinden biri bizim Anadolu toprağı Üsküdar’da kurulmamış mı imiş (2).
O eski Osmanlı mekteplerinin kendilerine has hususiyetleri varmış hiç şüphesiz; bir kısmı kayda geçirilmiş olsa da, yukarıda zikrettiğim üzere, gök kubbenin bir hava bataklığıymışçasına sindirdiği çocuk talibler ve talibeler arası muhavereler (ters konuşmalar), hasbihaller (dertleşmeler) zannolunduğundan çok daha fazladır, inanınız buna…
Üsküdar Belediyesi’nin tâdil etmekte olduğu Yakub Ağa Sıbyan Mektebi’nin önündeyim. Ne geldi aklıma bilir misiniz? Mürekkep yalayan Üsküdar’lı çocuklar. Dökülüyor mürekkep/yazıyor Rabbi yesir/Allah kolaylaştırsın yazıyor/Mürekkep yalamalı bütün çocuklar…
Açılıyor kapısı Yakub Ağa’nın mektebinin. Hurraaa! Mektep çocukları, koşunuz, ilim talep ediniz, kendinizi de bilmeyi ihmal etmeyiniz, sizi çizemedi ki hiçbir ressam, gravürler eksik mi eksik, müsteşrikler (oryantalistler) âcizdir tasvirden sizi, yazamaz hiçbir kalem, hele bu abd-i âciz hiç mi hiç; hiiç!...
Eylül (Mihr) tenli, Ay (mah) yüzlü, sahibetülhayratların mümessilesi Mihrimah’ın camiinin önünde ikâmet eden, Üsküdar’a gelenleri buyur eden III. Ahmet Çeşmesi’nin yanıbaşında bir Amin Alayı (3) mektebe doğru yollanıyor. Bir çocuk; ki başında fesi, altında atı; Hocası, velisi ardında; mektebe doğru, tam yol ileri, eti senin kemiği benim...
Asla bıkmadığımız birşeydi yaşamak. Yaşamak, birikmek, biriktirmek demektir. Hocadır, yani âilmdir ilmi veren; ama bazen de talep eden ikaz eder Hocayı; Edep Ya Hu diyerek.
Notlar:
(1) Mektep kelimesi Arapçada yazı masası, kürsü manasına gelmektedir. Bizde “okul” karşılığında kullanılıyor (idi). Anne-babalarımızın (daha doğrusu, şimdiki gençlerin değil, benim gibi otuz yaş üstü vatandaşların ebeveyninin dilleri) dilleri hâlâ “mektep”e çalmaktadır. Aslen, yazı yazılan yer manasındaki mektep dururken, ekolden bozma okula ne gerek vardır? Yoktur. Şu mesele de bize has, anlaşılamayan meselelerden sadece biridir.
(2) Üsküdar’da yaptırılan ilk okul Rum Mehmet Paşa Mektebi’dir-yaklaşık 1471-72 (kaynak: Yüzyıllar Boyunca Üsküdar-Mehmet Mermi Haskan).
(3) Osmanlı devrinde çocukların mektebe başlama merasimine Amin Alayı deniyor.
GENÇ'ın Yazısı.