Allah’ın seni sevmesini mi istiyorsun? Nefsinle kavganda galip gelen taraf olmayı, dünyanın çirkefliklerine vakarlı bir selam çakıp kendi yoluna kararlı adımlarla yönelmek mi istiyorsun? Adam gibi, delikanlı gibi yahut eşarbını iki ordunun arasına atıp savaşı durduran analar gibi mi olmak istiyorsun? Başkalarının yönlendirdiği, hatta senin için fikir sahibi olduğu, neyi ne zaman yapman gerektiğini avaz avaz bağırdıkları, böylece kendilerine hizmet etmeni bekledikleri, dünyadan başka amaç gütmeyen sefil, aşağı menfaatperestlere, günlük hayat diktatörlerine yenilmekten bıktın mı? Hepimiz bıktık biliyor musun!?

Hepimiz, kutlu bir sevdanın ışığında yürüyen aydınlık yüzlü insanlar olmak istiyoruz. Ya Rabbi, bizler genç kulların, ihtiyar kulların, orta yaşlı kulların, çeşit çeşit yarattığın, birbirimizle tanışıp kaynaşalım diye kavim kavim yarattığın kulların, kalp, akıl, şuur beden ve bunların neticesinde dünya hayatı ekseninde aksiyon nasip ettiğin kulların, bizler her daim, her lahzada eksiğiz. Belki hiç tam olamayacağız.

Bize verdiğin nimeti kullanmıyoruz Ya Rabbi. En büyük nimeti. Bizim rehberimiz, parolamız, mağaranın ağzını kaya kütlesi kapatınca ne yapacağımızın ilmini bize o verecek halbuki. Köyde, kentte nasıl müslüman olunur? Nasıl terbiye sahibi, nasıl ahlak sahibi olunur, etrafındakilere nasıl yardımın dokunur, Allah’ın senden razı olması ve senin dünya hayatını bereketlendirmesi için neye başvurman gerekir? Her şeyin olsa bu en büyük kapının anahtarını kullanmadan, o kapıyı, kapının ardındakilerden korkmadan açmayı başarabilmektir marifet...

İşte o kapı, irade kapısı... Bu kapı, yokluk kapısı değil, varlık kapısıdır. Çünkü hepimiz, yani bu kapının gerisinde kalanlar, bir türlü onun içinden geçip o koridorun güvenliğinde ilerlemeyenler, fakiriz, hepimiz irade fakiriyiz!

Halbuki, hiç zor değil, abdest namaz kime göre zor? Düzgün, ahlaklı, edepli bir hayat kime göre zor? İşinde, aşında, ailesinde helale, harama dikkat etmek, edebilmek kime göre zor? Nefse ve şeytana göre zor! Allah’ın dinine inanıyorsun, açıkça sana düşmanlık edeceğini, seni “yoldan sapıtacağını” Allah’a beyan eden şeytana ve onun avanesi nefse, nasıl kendinin sözcülüğünü verebiliyorsun!?

Kendin konuş, kendin yap, kendin hareket et! Yani irade tırpanını eline al. Önüne çıkan bütün zehirli otları, zehirli sarmaşıkları kes, kendine yol aç, kendi yolunu aç! Yoksa yoldan çekilmek, “yoldan çıkmak” zorunda kalırsın. Ne diyor: “Ya yol aç, ya yoldan çekil!”

Biz, uzun bir maratonun koşucusuyuz. Kısa olan hiçbir şey bizi kesmez. Müslüman, en iyinin, en güzelin, en yücenin talibi olmakla yükümlüdür. Fark atıyorsun çünkü. Bütün yaratılmışlara “insan” olarak fark atıyorsun. Kendi değerini kendi ellerinle düşürmekten utanmayacak mısın?

Sırtında okul çantan mı var, elinde iş çantan mı, yoksa bir bankta oturmuş, bir yurt odasında, evinin salonunda, kendi odanda, neredesin bu satırları okurken ve ne neyle iştigalsin bilemeyiz ama, bildiğimiz bir şey olmalı, benim, bizim, hepimizin! Sımsıkı, bir sevgili gibi yahut dost gibi, irademizle vücut bulmadıkça, eksikliğimiz, o ağzımızdaki, dilimizdeki halimizdeki, edebimizdeki, ilişkilerimizdeki kekremsi tat, daha bir işe başlarken “yorulduğumuz” haleti ruhiye bizi ancak irademize sarıldığımız ölçüde terk edecek.

Bekliyoruz, bekliyoruz bekliyoruz, hani filmlerdeki gibi: “Bir işaret bekliyorum!” derler ya, neyin işaretini bekliyorsun? Bizzat sen bir işaretsin. İnsanlar gökyüzüne atılmış, hiçbiri birbiri rengine benzemeyen işaret fişekleri gibidir. Sen bir işaret fişeğisin. Peki kim seni görüp senden bir mana çıkartıyor? Sen Allah’a adandın mı ki, sana adananları bekliyorsun, sana adanacak bir işaret bekliyorsun. Boşuna bekleme! Asasına dayanıp uzun yolun çilesini, yorgunluğunu asasıyla paylaşan bir ihtiyar gibi, irade asanı eline alacaksın. Başka çare yok! Bütün ilimlere vâkıf olsan, bin ilimden delil getirsen, fayda yok. İradene sahip olmadan bir hiçsin. Yüz bin tane sıfırın olsa ne yazar başında “1” rakamı olmadan!?

Herkes, kendi kendini ya vezir eder ya rezil! Allah’a karşı olan kulluk görevlerini yerine getir, şu hayatta bir yandan kılıç kadar keskin, diğer yandan yaprak kadar, tüy kadar zararsız ol gerektiğinde, bak nasıl kendini vezir ediyorsun. Her şeye eren aklımız, irade bahsine gelince öğretmenleri tarafından “tıp” denilip susmuş ilkokul öğrencileri gibi oluyor! Susuyoruz. Sustukça susamak düşüyor sonra bize...

Bu defa, devayı kısa yoldan arıyoruz. Kısa yoldan zengin olmak, kısa yoldan yemek, kısa yoldan yürümek, kısa yoldan ölmek velhasıl. Böyle olunca, yani “kısayol” olunca, “sahih” olanın da bir kıymeti kalmıyor. Çünkü, hayattaki bütün sahih bilgiler, bütün sahih veriler emek ve zaman gerektirir. Gerek oluşmaları, gerekse öğrenilip uygulama safhaları. İrade halkasını kopardığımızda, her şey kopuyor. “Kopuyoruz.” Bu kavramlar ütopya hâline geliyor zihnimizde. Çünkü kısayollar var, etiketler var, sanal kişilikler var. Bir şairin sözünü “duvarına kopyala “ olsun bitsin! Kendi sözün yok mu? Dünyaya söyleyecek bir sözün yok mu? İşte, kısır kalmışsın. Neden? Çünkü hep kısayolları kullandın. Söz söylemek ortaya irade koymaktır. Ancak sen iradeni kullanıp kulluğun için, bilgi için bir emek sarf etmedin ki, ortaya bir şey koyasın!

Dolayısıyla, zenginliğimiz ve fakirliğimizin gösterge tablosu iradedir. Senin iraden kaç basıyor? Mesele bu! İradene sahip çıkarsan kendine sahip çıkarsın, kendine sahip çıkmak gibi bir derdin yoksa zaten sen insan bile değilsin!


Taha Süren'ın Yazısı.