Kıbrıs Neyin Dâvâsı? Denktaş Kimin Kahramanı?
Kıbrıs’ı sadece coğrafî bir kara parçası kabul edip, askerî ves tratejik öneminden dem vurup duran anlayış, insanı ihmal etti. Manevî kimlik inşasını kasıtlı olarak ihmal eden zihniyet, ana vatan ile bağları güçlendirmek adına doğru düzgün bir milliyetçilik anlayışı da geliştiremedi.
KTC kurucu Cumhurbaşkanı, Rauf Denktaş vefat etti. Allah taksiratını affetsin. Kendi yaşadığı toprakları “ana vatan”, Kıbrıs’ı “yavru vatan” bilmiş, bu yakadaki herkes gibi yıllarca Kıbrıs’a kollayıcı merhamet duygularıyla yaklaştık. Müslümanlarca ilk defa Hz. Osman döneminde feth edilen Kıbrıs’ta, Resulullah’ın teyzesi olarak bilinen Ümmü Haram da şehit düşmüştür. İki ihtilal arasına sıkışmış Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bir moral, bir muhafazakârlık hikâyesi çıkarttık; bununla hep övündük. Çantasından bir fotoğraf makinesini, bir de Kur’ân-ı Kerim’i eksik etmediğini söyleyen Denktaş’a hep sempati duyduk. Keşke ölmeden önce basına yansıyan son sözleri, Müslümanca yaşamanın son asil hareketi, bir kelime-i şehadet olsaydı. Ancak solunum cihazına bağlanmadan önce bağımsızlık nutku çektiği ve “Hristofyas” diye bağırdığı yazıldı. Kıbrıs’ın bu yazıya sığmayacak kadar uzun, tarihî bir geçmişi var. 1960’lı yıllardan sonra Rumlar, başpiskopos Makarios’un önderliğinde siyasi otoriteyi ele geçirip, adayı Yunanistan’a bağlama planını yürürlüğe koydu.
Yani düşmanlar, sözde dinî bir hareketle mukavemet gösterdiler. Bunun karşısında yeni yeni palazlanan ideolojimiz, askerlerin “Allah, Allah” sesleriyle düşmana hücum etmesi dışında dinî, manevî her tür anlayışa, Akdeniz’in hem bu yakasında hem de Kıbrıs yakasında karşıydı. 1985 yılında yapılan bir ankete göre KKTC halkının %100’ü Müslüman olmasına rağmen, nüfusun %80’i inanç esaslarını bilmediği gibi, nasıl ibadet edeceğini de bilmemektedir. Kanaatimce bugün bu sayı, daha da yüksektir. Aynı ankete göre, Allah’a inanan, iyilik yapan, insanlara faydalı olan herkes, hangi dinden olursa olsun cennete gidecektir diyen grup %59’luk bir oranı temsil ediyor. Ada üzerinde hiçbir devirde yüksek düzeyde dini eğitim verecek bir kurumun kurulmamış olması dikkat çekicidir. 1990’lı yılların başında bu boşluğu fark edip, bir İslam Üniversitesi kurulması için girişim başlatan Turgut Özal, Bülent Ecevit ve Kıbrıs basınının karşı çıkmasıyla bu isteğini gerçekleştirememiştir. Kumarhanelerin serbest olduğu Kıbrıs’ta, sömürgeli çağdaşlığını yansıtan turizm anlayışı, açık hava Batı taklitçiliğine zaten çanak tutuyor. Üstelik farklı dinî fraksiyonlar da burada kendilerine alan açabilmektedir. Mesela Bahaîliğin Lefkoşe’de modern bir merkezi bulunuyor. Kıbrıs’ta Nakşibendî tarikatının temsilcisi kabul edilen Şeyh Nazım Kıbrısî, yerli halktan olmasına rağmen, Kıbrıs halkı içerisinde fazla etkili olamamakta. TDV Yayınlarının, 1998 yılında bastığı “Türk Dünyasının Dini Meseleleri” adlı kitapta yer alan bir çalışmaya göre, Kıbrıs 202 camiye sahiptir. Bu camilerden 105 ‘i faaldir. 71’inde beş vakit görevli varken, 34’ünde Cuma namazı kılınmaktadır. Neredeyse ilahiyat mezunu hiçbir görevli yoktur.
Kıbrıs’ı sadece coğrafî bir kara parçası kabul edip, askerî ve stratejik öneminden dem vurup duran anlayış, insanı ihmal etti. Manevî kimlik inşasını kasıtlı olarak ihmal eden zihniyet, ana vatan ile bağları güçlendirmek adına doğru düzgün bir milliyetçilik anlayışı da geliştiremedi. Durum böyle olunca, 2005 yılına kadar tarihî Sarayönü Camii’nde smokinli damatlar, transparan giyimli gelinler nikah kıydırmak için arzı endam etti. Eninde sonunda konfora dayalı politikalar, “İşgalci TC. Kıbrıs’tan defol” pankartı açmaya cesaret verdi. Göstermelik de olsa, Demirel bile açmış olsa, bir İmam Hatip Lisesi açılmış olsaydı, Lefkoşe’de “Demokrasi Orta Okulu’nda yaz Kur’an kursu, bir grup öğretmen tarafından basılamazdı. Kıbrıslı eğitim sendikaları, Kuran kurslarının, gerici icraatlara onay vermek anlamına geleceğini savunamazdı. Denktaş sağlığında bu olanlar hakkında ne düşünüyordu bilmiyoruz, ama Kıbrıs’a bazı politikalar, birileri çok yazık ediyor.
Ali Can'ın Yazısı.