Sözünün kudreti, kimliğini aşmış birisi, bir zaman “Biz, üzüm yaratılmadan önce de sarhoştuk” diye epey iddialı bir söz etmiş. Doğrusu bu söze hayran olmaktan başka bir kârımız yok. Mest olmak, sarhoşluk gibi haller bize pek yakın değil.

Diğer türlü de olabilir; biz o hallere pek aşina değiliz. Bizim aşinalığımızın neye olduğunu biliyorsunuz. Biz bir şeye aşina isek o şey derttir, başkası değil. Bizim on tane hikâyemiz varsa, dokuzu değil, onu da dert üzerinedir. O yüzden “biz üzüm yaratılmadan da önce sarhoştuk” sözüne nazire yapacak olsaydık sözü derdimize getirir ve şunu derdik: “Biz dert kelimesi yaratılmadan dertlenmiştik.” Aslında bunu nazire olsun diye değil gerçekten böyle olduğu için söylüyoruz.

Gerçekten de öyledir; biz dert kelimesi yokken, daha isimler yaratılmadan, dert ismi ile bilinecek o duygu gelmiş tam yüreğimizin ortasına oturmuştur, çünkü mahiyetini bilmediğimiz bir zaman ve zeminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” sorusuna muhatap olduğumuz o sahnede biz O’ndan ayrı düştüğümüzü fark etmişizdir. İşte bizim derdimizin kaynağı o an hayret ve haşyetle birlikte hissettiğimiz o acıdadır. O duyguda baskın olan acıdır, çünkü biz var kılınsak da fark ettiğimiz O’ndan ayrı düştüğümüzdür. Bu hep bir tarafımızın eksik kalacağını göstermiştir. Mutlak güzellik oradadır, biz içimizde O’ndan bir esinti ile gayrıyızdır. Mutlak iyilik oradadır, biz ise, içimizde bir kırıntıyla ondan farklıyızdır.

Dert buradan çıkmıştır. Ama dikkat buyurulsun, derdimizin acısı hayret ve haşyetle doludur. O’nu ilk temaşa ettiğimiz, O’na ilk muhatap olduğumuz an hayreti, ihtişamı, zevki ve süruru aynı anda yaşadığımız andır. Biz o yüzden derdimizden zevk alırız. Derdimiz ruhumuza ebedi olanın tadından bir parmak bal hükmündedir. Bizim hüznümüz arttıkça şevkimizin artması bu yüzdendir. Derdimiz depreştikçe gayretimizin çoğalması da öyle... Biz derdimizi severiz, çünkü derdimizle dertlendikçe bir zaman kopup geldiğimiz ve bir zaman sonra tekrar çekip gideceğimiz o ebedi âlemin kokusu, izi ve işareti püfür püfür eser.

***

Geçen ay verdiğimiz poster çok beğenildi. Ebediyet aşısı kıvamındaki o sözler eminiz ki birçok GENÇ’in duvarlarını süslemeye başladı. Bu ay da bir poster hediye ediyoruz. Türkçe hilye olarak adlandırabileceğimiz bu hediye Peygamber Efendimizin kelimelerle çizilmiş bir portresi aslında. Geçen sayıda Osman Nuri Topbaş Hocamız yazdılar; ecdat, hilyeye çok önem vermiş, En Güzel İnsan’a duyduğu muhabbetin bir tezahürü olarak onu sadece duvarlarına değil zihinlerinin ve kalplerini en mutena yerlerine asmış. Ümit ediyoruz ki GENÇ’ler de aynı şeyi yaparlar. Bereket olsun, mübarek olsun.

***

Mart GENÇ Gönüllülerin dolu dolu geçirdiği bir ay oldu. Konya şöleni ve buluşması belleklerde iz bırakacak kadar canlıydı. Anadolu’nun dört bir tarafından 100 erkek, 100 kız gönüllü tabiri caizse Konya’ya çıkarma yaptı. Her dakikası dolu programlarla zenginleşen GENÇ’ler bir gün sonra da Mevlana Kültür Merkezi’ndeki şölenle coştular. Erzurumlu GENÇ’ler de 22 Mart’ta Erzurum’da Hasan El-Benna’yı anma günü ile Atatürk Üniversitesi’nde bir GENÇ havası estirdiler. Sağolsunlar, var olsunlar…

***

Geçtiğimiz ayın söze değer diğer bir faaliyeti Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde katkılarımızla düzenlenen “GENÇ ve Kariyer” semineriydi. Seminercilerden Mehmet Emin Okur’un kariyer konusunda yaptığı şu tespit önemliydi: “Kariyer kaygısı insanları “ben” demeye sürüklüyor. Batı bir müddet sonra sosyal sorumluluk projeleri ile aldığını vermek zorunda hissetti. Bu “sen” demektir. Ne zaman ki “O” demeye başlar o zaman kurtulur. Ama onda bunu söyleyebilecek değerler yok, o, ancak bizim medeniyetimizin harcıdır.”

GENÇ, böyle bir medeniyetin hayalini kariyeri yapacakların dergisidir.

Gelecek sayımızda buluşma ümidiyle Allah’a emanet olunuz.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.