Namaz kılan insanın kulağı ezanda olmalı, tetikte yaşamalı, kendi bedeninde ve sosyal çevresinde  İslam’ı temsil ettiğini bir an olsun unutmadan örnek olmalı.

Namaz vaktini heyecanla, kurtuluş ümidiyle bekleyemiyoruz, modern dünya buna izin vermiyor. Namaz vaktinin geldiğini ezanı duyduğumuzda anlıyoruz ama yine de nefs için ezan keskin bir kılıç oluyor.

Namazın hayatımızı düzene koyabilmesi için onu aksatmadan, bıkmadan sürekliliğini sağlamamız gerekiyor. Abdest alıp bekleyeceğiz, bir müddet seccadede dualarla bekleyeceğiz, içimizi şeytanın vesveselerinden arındıracağız, Allah’ın dışındaki tüm şeylerden uzaklaşacağız, bu dünyadan kopacağız yani. Namaz surelerinin anlamlarını  idrak ede ede okuyup anladıkça, namazdan sonra nasıl bir duruş ve bekleyişe sahip olacağımız anlaşılacaktır.

Kapitalist dünya bütün bunlara imkân tanımıyor. Seccadelerimizden kalkıp bankadaki havaleye koşuyor, oradan dolar alıp satıyor, televizyonun başına geçip Bülent Ersoy’un abiye kıyafetlerini tefekkür ediyoruz.

Modern insan odaklanma ve hafıza  sorunları yaşıyor. Namazın devamlılığı bizi hem odaklanmaya hem de hafızamızı tazelemeye yöneltir. Dosdoğru namaz kılıp kılamadığımızı namaz sonundaki hareketlerimizin, davranışlarımızın değişip değişmediğine bakarak anlayacak, namazlarımızın kalitesi arttıkça kişiliğimizin de yerine oturduğunu göreceksiniz.

İnsanın hesap vereceği bir mercisi yoksa giderek zalimleşir. Namaz kılan insan ölmeden önce ölen, yapıp ettiklerini iki de bir gözden geçiren, muhasebe yapan insandır. Başıboşluğun yani şeytanın vesveselerinden kurtulmanın biricik yöntemidir.

Secde etmek  Allah’a yakınlaşmaktır. Az önce Allah’ın huzuruna çıkıp yoklama vermiş, Rabbim ben buradayım demiş, muhasebe yapmış birinin seccadeden kalktıktan sonra konfora, çirkin ticarete sarılması hoş olmasa gerek. Eğer öyleyse “Namaz kılmayın” demiyorum ama  kıldığımız namazdan nasiplenememek gibi bir tehlike oluşur sanıyorum.

Namaz kılmayan bir çok insan “Allah affetsin kılmıyorum ama…” diyor. Aman Allah’ım! Bu ne merhamet, bu ne alçak gönüllülük! “Allah affetsin” diyerek kendisini anında bağışlayan insan üç kuruş alacağı için borçlusunu bağışlıyor mu acaba? Bunu söyleyen insanın kalabalık bir otobüste ayağına basın, anında kıyameti koparacaktır. Cüretimiz, terbiyesizliğimiz, utanmazlığımız öyle bir aşamaya geldi ki artık Allah’ın yerine de kendimizi bağışlıyoruz.

Bu toplum Allah’ın olmazsa olmaz dediği bir ibadeti yerine getirmeyip ona binlerce bahane, yalan, savunma mekanizması üretti. Çünkü  “Tele Vole” lerden inmeyen din adamlarımız onların kirli vicdanlarını temizlemek, rahatlatmak için uğraştılar. Eli sopalı, ağzı tükürüklü, kara sakallı bir hoca kalmadı ki çıkıp onlara şöyle desin: “Gırtlağınıza bir bulgur tanesi takılsa geberirsiniz, dünya ya da Ay veya milyarlarca gök mahlûkatından bir tanesi yörüngesinden yarım santim sapsa yanarak öleceksiniz, bu ne cüret. Namaz kılmamak ne demek, bu ne terbiyesizlik, ahlâksızlık, vefasızlık…” ama yok böyle hocalar. Hepsi teolog, köşe yazarı, üniversite çapkını maşallah, Allah nazarlardan saklasın inşallah…

Namaz kılmayan insanları yücelten ve namaz kılmayı özendirmeyen bir devlet zalim, suçlu bir devlettir. Çünkü namazla belini, ahlâkını doğrultan kişiliğini geliştiren, kendisine ve çevresine saygılı, sorumluluk bilinci yüksek, nazik, asil, insanlarla yaşamak hepimizin hakkı. Devletin görevlerinden birisi de bireylerin emniyetini sağlamaksa namazı özendirmesi gerekiyor çünkü ben namaz kılan bir toplumda daha emniyet içinde yaşayacağıma inanıyorum. Devlet “Dumansız hava sahası” na önem verdiğinin yarısını bu işe verseydi zaten sigara, alkol, kumar kendiliğinden yok olacaktı.

Namaz kılan insanın kulağı ezanda olmalı, tetikte yaşamalı, kendi bedeninde ve sosyal çevresinde İslam’ı temsil ettiğini bir an olsun unutmadan örnek olmalı. Biliyoruz ki bizlerle aynı fikirde olmayan insanların birçoğu ezan okunurken camiye koşmayışımıza farklı yaklaşıp itham ediyorlar.

Eski kaynanalar, süt kaynatırken taşıran gelinlerini boşatırlardı.  Çünkü onlara göre sütün kaynara çıkmasıyla birlikte büyük bir odaklanma ve dikkat gerekir. Eğer gelin iki de bir sütü, kahveyi taşırıyorsa aklında başka biri veya başka şeyler vardır. Sütü, kahveyi taşıran gelinin yuvası yıkılıyor, düşünün ezanı  duymayanın ahreti yıkılmaz mı?

Kulak, insanlar için ezanı duysun diye yaratılmıştır. Ezanın dışında her şeyi duyan kulakların kendisi de gönülleri de sağırdır. Abdest alırken kulakların yıkanmasındaki sembolik manâya dikkat çekmek isterim: Hak’tan başka şeyleri, dedikoduyu, dünyevi sözleri duyan kulakların kiri, günahı abdest temizleniyor...

Ezan okunduğunda ateşi söndürüp gitmeliyiz. Ateş, yaptığımız iştir, nefsimizdir. Bir kıyamet sur’u gibi her ezan bizi öldürmeli ve diriltmeli. Ezan okunduğunda elimizde ne varsa ters bir hareket yapmadan yere koymalı, namaza koşup ellerimizi kulaklarımıza kaldırarak teslim olmalıyız. Zaten düşmanı korkutan da buradaki teslimiyetimiz olmadı mı? İslâm ordularındaki namaz düşmanın moralini bozardı. “Bunlar” diyorlardı… “Bunlar, öyle bir yere teslim olmuşlar ki, katiyen kimseye teslim olmazlar.”

Evet. İşte böyle. Batı medeniyeti bu yüzden maneviyatımızı  çökertmek için çalıştı. O gitmeden bizden kurtulamayacaklarını  anlamışlardı. O gün bugündür ensemizde boza pişiyor. Dindar bir toplum olmadan da zafer çok uzak görünüyor. Onlar anladı, biz anlamadık, hayırlısı bakalım!

Ezan okunduğunda ateşi söndürüp gitmeliyiz. Ateş, yaptığımız iştir, nefsimizdir.


Bülent Akyürek'ın Yazısı.