Bursa`da İncir Reçeli
Benim çocukluk zihnimde kalan çikolatalı tatlı gibi, hatıralar da kendine ait bir iz bırakabilmek için, sanki imgeler, tatlar, kokular ararlar. Koskoca bir şehri geziyorsunuz fakat hatırınızda kalan hiç ummadığımız bir detay oluveriyor.
Bursa’da Zaman, Tanpınar’ın bir şiiri. Bursa’da incir reçeli de, geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirdiğimiz, tadı damağımda kalan Bursa ziyaretimizin özet ifadesi.
Hemen her liseli Türk/Kürt (açılıma katkımız olsun) gencinin okuduğunu düşünüyorum Beş Şehir’i. En azından biz hocalarımız sayesinde tanışmıştık o eserle. Kabul, ders için okunan kitaplardan maalesef yeteri kadar tat alamıyor insan. Fakat iyi ki okutmuşlar diyorum şimdi. İşte o beş şehirden biridir Bursa. Tanpınar’ın zamanı, billur bir avizeye benzettiği şehir.
Bursa ilk profiterol yediğim şehirdir benim. Tabi şimdi şaşkınlıkla sorabilirsiniz. Bursa’yı bununla mı hatırlıyorsun diye. Değil tabi ki. Fakat o yaşlarda (sanırım ilkokul öncesiydi) adını yeni duyduğumuz çikolatalı bir tatlı, camilerden daha çekici geliyordu bizim için. Sonraki gidişlerimde tabi profiterolü anmadık bile. Bursa’yı solumaya çalıştım. En son geçtiğimiz haftalarda nasip oldu Bursa ziyareti. Ne zamandır hem Bursa’yı hem de bağrındaki güzel insanları ziyaret etmek istiyorduk. İnsan ne kadar isterse istesin. Niyetini aldıktan sonrası nasip. Ta Urfa’lardan gelen bir ablamızla birlikte, bir kahvaltı esnasında plan yapıp, takip eden hafta sonu düştük yola.
Artık o şehir ve detay, hafızanızın koridorlarında kol kola gezmeye başlıyorlar.
Bursa’ya ayırabildiğimiz zaman kısa olunca bir günde çokça yer görelim istedik. Akşam ayaklarımız kara sularla ülfet ettiğinde herhalde tamamdır dedim Bursa için. Fakat evde bizi bekleyen Bursa haritası, yaptığı şakadan keyif alan bir çocuk gibi gülüp durdu yüzüme. Bursa dediğiniz yer, adım başı tarihi eser. Bir günde bitirmek hani imkansız neredeyse. Ertesi gün daha mütevazı olarak şehir turuna başlayınca, nasibimiz bize daha cömert davranmadı değil. Hem dingin, huzurlu bir şehir turu hem de sohbetine doyum olmayan, nasihatleri bir bir gönlünüze işleyen insanlarla aynı mekanlarda bulunmak nasip oldu. Böyle sohbeti güzel insanlarla bir aradayken, saatler hafif bir şekerleme yapar sanki. Bir de ılık esintisi ile bir bahçeye dönüşür mekan. Bitmesini istemediğiniz sohbet, dualarla noktalanır ve siz oradan ayrılırken biraz daha büyümüş, biraz daha ümitlenmiş, biraz daha iki yanınızdaki havf ve recanın farkına varmışsınızdır.
Hasılı Bursa incir reçeli gibi hoş bir tat bıraktı damağımızda. İyi de bu incir reçeli nereden çıktı? Efendim, Bursa’nın Cumalıkızık namlı bir köyü var ki sormayın. Tarihi dokusu mükemmel, nostaljik filan dedikleri türden bir yer. Zaten benim bilmediğim bazı bu tür diziler de buradaki evlerde/konaklarda çekilmiş. İnsanın ruhu ile nefes alabileceği mekanlara sahip bir köy. Bir kapıdan içeri giriyorsunuz ve bir avlu karşılıyor sizi. Taşları daha ıslak, henüz yıkanmış. Çiçekler mis gibi gülümsüyor. Bahçedeki ağaçlar güneşe geçit vermiyor. Dışarının sıcağından eser yok avluda. Zaten camilerimiz de öyle değil midir? Üsküdar’da Valide Camii’nin avlusuna adım atınca, dışarının keşmekeşinden eser kalır mı? Sanki bir adımla olduğunuz yerden ayrılır bambaşka bir aleme geçersiniz. İşte böyle bir avlu ile tanışmamıza vesile birazcık da “kahvaltı verilir” tabelasıydı. Hepsi ev yapımı reçeller, kahvaltılıklar, kıskanılmadan ikram edilen çay. İncir ile arasını düzeltmeye çalışan biri olarak, tadına bakınca hayran kaldığım reçel, o kahvaltı sofrasından. Ben daha fazla anlatmayayım, siz gidin yerinde görün. Genç Gönüllüleri, Cumalıkızık Kahvaltı Günleri düzenlesin mesela, baş köşe istemem, incir reçeline uzanabileyim, kafi.
Siz siz olun, gezin, görün, ziyaret edin. Yiyin, için fakat israf etmeyin.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.