Gündemi Gazetelerce Belirlenen Kalabalıklar
Salih Kılınç
Bu yazı basılıp okuyucunun önüne geldiğinde ‘Ayşe Arman vakası’ epey bir tavsamış, yazılanlar yazılmış, konuşulacaklar çoktan konuşulmuş olacak. Zaten, Elif Çakır olsun, Nihal Bengisu Karaca olsun birçok yazar söylenecekleri söyledi.
Hem, sürekli Ayşe Arman’dan, Ahmet Hakan’dan, Ertuğrul Özkök’ten bahsetmek çok onur kırıcı bir şey. Bizim başka konularımız, gündemlerimiz, başka başka işlerimiz olmalı. Ayşe Arman’a bir günde en fazla üç dakikamızı ayırabiliriz. Fazlası israf. Ahmet Hakan’a da olsun hadi üç buçuk dakika. O otuz saniyeyi de “yahu bir insan nasıl bu hallere düşebilir” yollu söylenmelere ayırırız. Ederi budur. Belki fazla bile değer veriyoruzdur böyle yaparak, bilemiyorum.
Ama böyle olmuyor. Adam oturuyor, örneğin Ahmet Hakan’ın yazısını okuyor, sonra ona mail atıyor, ondan gelecek olası cevabı dört gözle bekliyor, muhtelif haber sitelerinde yazıyla alakalı yorumlar yazıyor. Oradaki diğer “yorumcu”larla tartışıyor, o muhteşem dünya görüşüne yakın insanlarla sanal ortamda arkadaşlıklar kuruyor. Ve bütün bunları yaparken imla gibi “gereksiz” kurallar bütününden tamamen azade hareket ediyor. (İmlayı hatırlattığınızda muhtemelen “Boş ver imlayı. İçeriğine bak sen” diyecektir.)
Böyle binlerce insan var. Tam bir “nasıl oluyor da oluyor?” durumu.
Okuma süreleri saniyelerle ifade edilen ülke bir anda yorumcularla, her konunun uzmanlarıyla doldu taştı.
Belli ki internet bizi acayip vurmuş. Hiç beklemediğimiz bir anda milyonlarca malumatfuruş yaratmış sanal âlem. Kıytırık bir yazı her gün on binlerce kişi tarafından okunup yüzlerce kişi tarafından yorumlanıyor. Herkes müthiş bir özgüvenle yazarın aslında ne demek istediğini anlatıyor, yazarların bazıları vatan haini, bazıları kahraman oluyor, bazılarına helal olsun denilirken bazıları liboş oluyor, dönek oluyor, dinci oluyor filan…
Adam (veya kadın) aslında tezgâhı kurmuş, yarım saatte yazılacak üç bin vuruşluk yazılarıyla sadece ve sadece alacağı paraya bakıyor. Yazar, yazısını bizim okumamızdan bir gün önce yazıp yazı işlerine teslim ediyor. Okuyucuysa ertesi gün, köşe yazarı kahvesini yudumlarken ya da sıcak yatağında yatarken, kendini paralıyor, kavgalar veriyor, klavyesinden kan ve cehalet damlayan yorumlar döşeniyor. Fehmi Koru’nun yazısı üzerinden Aydın Doğan’a küfürler eden vatandaş; Fehmi Koru, Aydın Doğan, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Mehmet Y. Yılmaz toplanıp hep beraber Rodos’a gezmeye gidince ortada kalıveriyor... Niza halinde gözüken Ekrem Dumanlı ile Ahmet Hakan sahnenin hemen ardında can ciğer kuzu sarması olunca, içinde her daim bir edebiyatçı barındıran Dumanlı, öykülerini “bir değerlendirmesi açısından” büyük edip Ahmet Hakan’a gönderince, Hakan’a büyük öfke besleyen “hizmet”teki kardeşimize de maklubeye yumulup efkâr dağıtmak kalıyor.
* * *
Ben kendi adıma, gündemi Ayşe Arman ile, Yılmaz Özdil’le, Ahmet Hakan veya Gülben Ergen’in çocukları ile, Obama’nın hikmetli sözleriyle, Var Mısın Yok Musun veya ismini bilmediğim (bilmek de istemediğim) diğer televizyon programlarıyla belirlenen milyonlarca kara kalabalıktan biri olmak istemiyorum. Kimsenin dönüp bakmadığı kitapları okumak, kimsenin geçmek istemediği sokaklardan geçmek, pazar sabahları yataktan çıkmayanlara inat erkenden kalkıp yollara düşmek (bunu çok iyi beceren Cemal Süreya’yı anayım burada) istiyorum. Aktüalitenin çirkinliğine teslim olmuş, televizyon ifrazatı bir sürü insandan, bir Reşat Nuri romanı ile bile olsa, ayrılmak büyük saadet…
GENÇ'ın Yazısı.