Görünerek Varolma Ve Mahremiyetin Yitişi
“Yûsuf’a: “Çık karşılarına” dedi. Kadınlar onu görünce hayran kaldılar. Onun güzelliğine dalıp gittiklerinden farkında olmadan ellerini kestiler... (…)” (Yusuf 31)
İslam’da Yüce Allah’ın “Basar” sıfatı vardır. Allah, her şeyi ve herkesi gören, ama hiç kimse tarafından görülmeyendir. Kur`ân-ı Kerîm`de “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine bakacaklardır.” (Kıyâmet 22-23) buyrularak, âhirette müminlere en büyük mükafat olarak Allah’ı görebilecekleri müjdelenmektedir. Yani bir ömür kul olduğumuz rabbimizi görmek, secdeye kapandığımız, yakardığımız, göz yaşı döktüğümüz, belki de zatını en merak ettiğimiz rabbimizi görmek en son raddede nasip olacak. Görmediğimiz halde varlığına iman ettiğimiz rabbimizi son noktada ve hediye olarak göreceğiz. Allah, varlığını ispat ve kabul görmek için en başta görünür olmayı seçmedi. Yani görünür olmak ilkin olacak bir şey değilmiş.
Varolmak, görmek, duymak, koklamak ama, varolmak görünmek midir? Görünerek varolma anlayışı geleneksel dünyadan kopuşun önemli göstergelerinden biri. Geleneksel kültürde, gören ve görünen ilişkisinde üstünlük, görünende değil görendedir. Medeniyetimizin iki önemli ayağı devlet ricali ve ilmiye sınıfı, halk arasına imtiyazla katılmamış; tebdili kıyafet edilerek gören makamında insanlar ve olaylar gözlemlenmiştir. Tarihimizde bu denli kıssalar hem bir gerçeklik olarak hem de fazilet ve erdem timsali olarak kayıtlıdır.
Cümle aşklar bir gözbebeği arayışının hikayeleridir, ancak görülmek için değil görmek için. Görünür olmakla varolacağını düşünen kişi, başkaları kendini seyrettiği oranda varolduğunu hissedebildiği için ne kadar çok görünürse, ne kadar çekici olursa o denli makbul olduğunu düşünmektedir. Kişi göründüğü andan itibaren değişik nazarlar tarafından denetlenme sürecine tabi tutulur. Günlük hayatta diğerleri hakkındaki bilgilerimiz onları gözleme, onlarla konuşma, onlar hakkında başkalarının gözlemleri gibi çeşitli kanallardan beslenir ve tüm bunlar, genellikle kısa, şematik yargılar haline dönüşür.
Zahiren güzelse de kendini manen kör gözlere satmayı maharet sayan, Ayşe Arman, değme sosyologlara taş çıkartarak! kadınların kapalı (tesettürlü) ve açık hallerinin toplum algısını, sapla samanı karıştırarak tespit etmeye çalıştı. Tesettürlü haliyle en trendy! tepinme mekanlarına girmeye çalışan Arman şu çok önemli! sonuca ulaştı “Ayy! Bu halimle kimse bana bakmadı. Nişantaşı’nda şöyle bir arzı endam etseydim bütün gözler üzerimde olurdu; şimdi silik bir kadın oldum.” Gören ile görünen arasındaki hiyerarşik ilişkiden bakılınca kadınların kendilerini saklayarak varolma biçimleri özgürlüklerini kısıtlayan bir durum gibi algılanmasına rağmen aslında bir üstünlük görüntüsü. Daha bir ay önce en şuh fotoğraflar çektirerek bir dergiye kapak olan Arman, benim için hiç de özgür bir kadın değil. Herkesin olan bir şey nasıl özgür ve serbest olabilir?
Hepimizin daha çok inançlarımızdan beslenen bir beden ve dış görünüş algısı var. Ne var ki bu algı dâhil olduğumuz toplumun ya da grubun normları ve değerleri tarafından da derinlemesine etkileniyor. Reklâm ve vitrin, fiziksel çekiciliğin önemini sürekli gündemde tutuyor. Görünerek varolmanın en son mekânlarından biri de facebook. Kişisel bilgilerini ve bir çok fotoğrafını burada paylaşan insanlar, kendilerine bakılmasından hiç rahatsızlık duymuyorlar. En çok merak ettikleri profiline kimlerin baktığı, ama bir o kadar da kendisinin kimlerin profiline baktığının da bilinmesini istemiyor. Çünkü gören değil, görülen olmak istiyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca örtüsüz, eğitimli ve meslek sahibi kadın profilleri çeşitli vesilelerle görünür kılınarak bu alanın sekülerleşmesi sağlanmaya çalışıldı. Kadın kimliği üzerinden oynanan oyunlar onların daha çok göz önünde bulunmalarına neden oldu. Gelinen son durum, kadınların toplumun genelinde oynadıkları rolün eskisine göre çok daha fazla olduğunu, ancak onların yaptıklarından çok görünüşleriyle değerlendirildikleri bir durumu yansıtmaktadır. Kadın konusunda iddialı muhafazakar söylemlerine rağmen Müslüman inisiyatif sahiplerinin, kadınlara kamusal hayatta görünür olmak ve sosyal ilişkiler ağı kurabilmek için kanal açtığı da bir gerçek. Artık Müslüman dindar kadın feminist söylemle sıradan kadın söylemi arasında bir tercih noktasında duruyor. 80’li yılların başında “tevhid”i tartışan Müslümanlar günümüzde birden önlerinde İslam’da tatil, eğlence ve düğünlerin nasıl yapılacağı gibi tartışmaları buldular. Biz örtülüyüz, fitne çıkarsa bu erkelerin suçu diyen kadınlarımız artık temsil durumundan katılım safhasına geçmek için adeta yarışıyor. Bir zamanlar dışlanan marjinal dindar kadınlar görünüş olarak belki aynı, ama kiralık sahnede oynadıklarının farkında değiller.
Modernlik, inançlardan, yükümlülüklerden, geleneksel bağlardan kurtulma gayreti içindeki insanın sığınağı olmaya devam ettiği müddetçe de mahremiyete dokunmak mahrem olmayacaktır.
İç dünyası ile barışık olmayan, davranışlarını belirleyen manevi saikleri yerli yerince kurgulayamamış insanlar, görünüşlerini yetersiz ve kusurlu görmeye, başkalarının kendisini nasıl gördüğü hakkında kaygılanmaya daha yatkındırlar. Karşısındakini etkileme yolu olarak hayranlık verici bir karakter ve ahlaka sahip olmak, yerini görünerek varolmanın en önemli unsurlarından moda ve fiziksel görünüşe bıraktı. Fiziksel görünüşe saplantı derecesindeki bu düşkünlük eskiden adı duyulmamış bir takım hastalıkların tıp literatürüne girmesine sebep oldu. Somali’de genç bir kız yiyecek yokluğundan ölürken, Amerikalı genç bir kız öylesine az yemek yemektedir ki hayatı tehlike eşiğine gelebilmektedir. Amerikalı genç kadın, bilinen hiçbir fiziksel kökeni olmayan Anoreksia hastalığından çekmektedir. İnce bir bedene sahip olma takıntısıyla yemeyi neredeyse tümden bırakmıştır. Oysa bu hastalık yiyeceğin kıt olduğu üçüncü dünya ülkelerinde neredeyse hiç bilinmemektedir. Yani Anoreksia Fiziksel görünüş sevdasından kaynaklana bir zengin ülke hastalığıdır. Bedensel görünüşe yüklenen ve kadınlarla ifadesini bulan bir diğer hastalık Bulimia hastalığı. Bulimia da aşırı yiyip ardından çirkin görünme ve kilo alma korkusu ile kendi kendini kusturma hastalığı.
İnsanın dış görünüşü hakkındaki bu ısrarlı çaresizliği, bensel çekiciliğe ve zindeliğe bu denli kıymet vermek, toplumun genç nüfusu kadar yaşlı nüfusunu da etkiliyor. Fiziksel çekiciliğe fazla değer veren bir toplumda yaşlı insanlar da görünmez olmaya daha yatkın oluyorlar. Günümüzün modern toplumlarındaki yaşlı insanlar, önceki kültürlerde sahip olduklarından daha düşük konum ve daha düşük güce sahipler. Günümüzde yaşlılığın erdem ve bilgelik getireceği inancı kaybolmuş durumda. Hatta yaşlılık tedavi edilebilir bir hastalık olarak algılanmaktadır. Önceden önemli kararlar hakkında söz sahibi olanlar genel olarak topluluktaki en yaşlı insanlardı; ancak günümüzde gençlere, yaşlı insanların bilgi birikimi genellikle yararı olmayan, zamanın gerisinde bir bilgelik yığını gibi görünmektedir.
Daha fazla göz tarafından denetlenme ihtiyacı, yaratıcı tarafından denetlenme bilincinin zayıflaması demektir. Mahremiyetin sınırları aşılınca önce bedenler sonra ruhlar erozyona uğruyor. İnsan, nefsî alışkanlıklarının önüne kutsal doğrularla, haram ve helal inançlarıyla çıkmadan, “bedenim bana aittir dilediğimi yaparım!” diye hareket ettikçe mahremiyet yitecektir. Modernlik, inançlardan, yükümlülüklerden, geleneksel bağlardan kurtulma gayreti içindeki insanın sığınağı olmaya devam ettiği müddetçe de mahremiyete dokunmak mahrem olmayacaktır.
Ali Can'ın Yazısı.