Bum nevbet mizened der tarem-i afrasyab

Perdadari mikoned der kasr-ı kayzer ankebud.*

Fatih Sultan Mehmet

Bizim türkülerimizin çoğu evlerinin önü yoldur diye başlar, biliriz ki gerçekten evimizin önü yoldur. Yol yoluyla gidilir nereye gidilecekse, bütün yollar Roma’ya çıkmaz elbette. Ne yeni Roma, ne eski Roma bizim yürüyüş yolumuz oldu. Biz Roma’ya sadece fethetmeye gideriz. Ve Roma’dan da elimizde kızıl elmayla döneriz.

Biz böylesine cevval, böylesine yiğit bir topluluk iken ne olduysa oldu âlemin kızıl elması biz olduk. Peşimize düşen düşene, işgal etmek için, topraklarımızı bölmek için, tüm maddi manevi kaynaklarımızı sömürmek için geldiler, geliyorlar, gelecekler.

Oysa daha dün demiyorlar mıydı, şu nehirden Türk atları su içmedikçe, Müslüman kavuğu görülmedikçe, Osmanlı torunları yardım etmedikçe buralara kalıcı barış gelmez diye. Fakat ne olduysa oldu, bizim barış için attığımız her adım bize karşı kullanılan bir koz haline getirildi. Bugün büyük devletler bize kendi menfaatlerine gelen anlaşmaları imzalatmak adına bizim kardeşlerimize saldırıyorlar.

Hep bir yerlere şikâyet etmeye gittiler bizden öncekiler, az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, dönüp arkalarına baktıklarında fark ettiler ki bir arpa boyu yol kat ettiler. Fakat biz şikâyete değil yardıma gidiyoruz…

Rilke Amcamızın dediği gibi “Dünyaya yaşamaya geliyorlar hâlbuki bu dünya ölünecek yer”. Tüm yollarımızın uzandığı yer, bütün bu hayati kıvrımların sonu yaşadığımız yer mi olacak öleceğimiz yer mi olacak bunu kestirmek elbette mümkün ama bizim üzerimize çullananlardan kurtulmak için dua edeceğimiz bir yer olmalı!

Çorabımızdan, saçımızdan, başımızdan, elbisemizden hesaba tutulmayacağımız hakiki bir yer bulmalı ve oraya yürümeli!

Conversimiz, jumpımız olmasın özentilerimizden arınalım Hristiyan-o Ronaldomuz Kaka-o Ronaldomuz, Michaelimiz, Jacksonumuz olmasın.

Yürüyelim misket bombalarıyla vuruş-karış oynamak zorunda bırakılan çocuklar için, msni hacklenip dünyayla irtibatı kesilmiş abiler için. Yürüyelim çocukları kurşuna dizilen anneler için, bere ya da perukla eğitim görmek zorunda bırakılan teyzeler için, okullara alınmayan yürekli ablalar için.

G-8, Rusya, Çin, Fransa, Amerika bilmem ne bela, ceza, sagopa, şüphe, kov, gıybet, kin, nefret, desise, hadise kalbimizde büyüttüğümüz lüzumsuz ne vardı ise hepsini söküp atarak yürüyoruz.

İlkokuldaki beyin yıkamacı öğretmenlerimiz ya da başımızı bekleyen çok rütbeli aşırı ciddi komutanlarımız ne derse desin ayaklarımızı yere vurmuyoruz. Hayır, içimizde ayakkabısı, çorabı delik olanlar olduğu için değil bu yolda yürürken rahatsızlık vermemek için ve edepsizlik etmemek için vurmuyoruz. Koşuyoruz, uçuyoruz adeta…

Ayaklarımız karıncalanıyor ve karıncalarımız da eşlik ediyor bu yürüyüşe, onlar da biliyor yürünecek tek ülke, bu ülke.

Arkamızda yürüyenler arasında Rachel de var. Herkes onu öldü biliyordu ama o bizimle. Kendisini ezmeye gelen buldozerleri, tankları, İsrail’in bütün kitle imha silahlarını püskürtüp gelmiş. İsmi Müslüman ismi değil diye kınamasın onu nüfus kâğıdında Müslüman yazılıp yaptıklarıyla kâfirleşenler. Allah’ın dini yücedir ve onu istediğinin elinde yüceltir.

Yanımızda çocuklar var, bağırıyorlar “Kâbe’nin yolları bölük bölüktür, Aman Kâbe’m canım Kâbe’m varsam sana” ilahilerini söylemekten zevk alıyorlar.

Oysa daha dün demiyorlar mıydı, şu nehirden Türk atları su içmedikçe, Müslüman kavuğu görülmedikçe, Osmanlı torunları yardım etmedikçe buralara kalıcı barış gelmez diye.

Rabiye Kadir Uygur Türklerinin annesi, hapisten çıktığı gün düğün günüydü diyor sanatçı Kuresh Kusem ve o düğün gününde melekler hizmet ediyordu onun düğününe gelenlere. Şimdi Rabiye Kadir de yollara düşmüş, peşinde her türlü Çin işkencelerine direnmiş halkıyla.

Ve tabi en önde gök bayrağı taşıyor Barat Hacı. Aksakalı yine dalgalanıyor sırtımızdan bize hız veren rüzgârda. Sırtında görülmeyen ama okunabilen bir yazıyla Panislamist-Pantürkist yazıyor hala. O daha önce bu yolda öldü ve yine ölecek, her Barat Hacı ölende yeni bir Barat dirilecek.

Barat Hacı’nın yanında bayrak taşıyanlar arasında Şeyh Ahmet Yasin de var. Tekerlekli sandalyesini özgür Filistin’i sapan taşlarıyla inşa edecek çocuklar taşıyor. Yeşilin kırmızının siyahın ve beyazın en güzel tonlarını kondurmuşlar bayraklarına. Mescidi Aksa’dan ve Kubbetüs Sahra’dan yürüyorlar, Peygamberimizin(s.a.v.) isra yürüyüşüne iadeyi-ziyaret mahiyetinde.

Keşişler de var yürüyenlerin arasında, onlar aşinalar bu yola daha önce ta İguman dağlarından Mekke’ye kadar yürümüşler, Peygamberimize yetişememişler Hz Ömer dönemine denk gelmişler. Ve Hazreti Ömer onları ne güzel isimlendirmiş. Bosnalılar: yalın ayaklarımız.

Bosnalıların arasında bir de Kral var. Sıradan bir kral olamaz böylesi, tahtırevanla gitmiyor, mevkisinin farkında, o da yürüyor bizlerle. O’nun adı Aliya’dır, ezdirmedi halkını ezdirmeyecek.

Elbette bu yolda Şamil’ler de var. Kafkas kartallarıdır onlar. Gökte uçtuklarına bakmayın tevazularıyla bizimleler.

Ve tüm mazlumlar var yanımızda. Zulüm görmüş herkesle birlikte yürüyoruz. Zulümler bitsin tüm insanlık kendine gelsin, insanlığının farkına varsın, herkes haddini bilsin, yeryüzünde neyin sahibi olduğunun farkına varsın diye yürüyoruz.

Yürüdüğümüz yer Kâbe’miz olsun, Peygamberimizin dedesi Abdülmüttalip nasıl yürüdüyse biz de öyle yürüyelim. Kabe’nin Rabbi olan bizim de Rabbimizdir. Kâbe’nin Rabbi fil ordusuna karşı nasıl ki ebabil kuşlarını gönderdi, bize zulmedenlere karşı da gönderir. Biz şikâyet etmeyelim biz dua edelim. Umulur ki duamız kabul olur…


* Bum (baykuş) nevbet çekiyor Afrasyab`ın sarayının kapısında (nevbet çekmek padişah kapısında bando ile beklemek olarak tercüme edilebilir)

* Kayserin (Bizans kralının) kasrının (sarayının) perdadarı (protokol sorumlusu) örümcekler olmuş.


Sami Yaylalı'ın Yazısı.