Şimdi Militan Gençlik Moda!
Mehlika Toyga
Bir dilenci hassasiyetiyle, çarpan her kapıdaki seste buldum militanlığı. Şeklime şemalime, kılığıma kıyafetime, kapalı açık her şeyime kılı kırk yararak laf-söz etmeye başladı kılıksız beyinler.
Militan; bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse. Bir siyasal örgütün etkin üyesi. Mücadelesini zor kullanarak ve yasa dışı yollarla yapan taraftar.
Militan, militanlaşmak, militanlaştırmak, militanlaştırılmak ve dahası...
Akıllıca...
Doğum şeklime bakılarak bile daha o günden ne kadar yasa dışı olduğum kestirilebilir. Normal çocuklarla aynı kiloda doğmamış oluşum, doğarken çığlık niyetine sükût duruşum, gözlerimi yirmi dört saat boyunca sıkı sıkı yumuşum, benim için birşeylerin daha o zamandan ters gittiği tezini şiddetle savunabilir. Dünyanın tersine döndüğü vakitlerdi belki de. Kim bilebilirdi? Saç tellerimden uçurtma yapıp bütün devrimci mahallelerin göğünde uçuracağımı, `oku!` söylevinin anlam içeriği aklımın ucundan içeriye sokulunca boyumu aşan sözler tasadduk edeceğimi, etrafımdakilere kendi tarafıma geçene kadar yalnız kavga! diyeceğimi, insanî özelliklerimi hep tersine kullanacağımı, her geceye sonmuş gibi veda edeceğimi, yalnız kendimi sevip yalnız kendime küsüp yalnız kendime ihanet edip yalnız kendime kızacağımı, yalnızlığımla bütün kalabalıkları dolduracağımı, yalnız kendime sloganlar yazıp kendi içimde haykıracağımı, içimin sokaklarında yıkılmadık duvar bırakmayacağımı, yalnızlığımı tercüme edip fantastizme dönüştüreceğimi...
Daha çok küçükken militanlık satılan İslâm mahallelerinden edindiğim bilgilere göre, zorba bir dayatmanın çocuğu bugünkü medeniyet. Sürekli `yaşama sevinci` adı altında ruhuna boca edilen bir tür besinle büyütülmüş. Evladını kaybetmiş bir fabrika işçisinden öğrenilen çakma, isyan rengine boyanmış `mücadele azmi` militanlık sanılmış yıllarca buralarda. Oysa kahramanlığın en koyu hali parmaklıkların ardı bile, rejimin, sistemin, insan yüzlerinin, çağın ve ölümün üzerinde harelenen militanlıkla yarışamaz, yarışamadı. Cenaze törenlerinin üzerimize yansıttığı güç kıran atmosferin, egzistansiyalist açılımlarla ortak paydada birleşmesi, var olmak ve yaşıyor olmak arasındaki farkı aktüel tutuyor. Her zorbayı militan addemeyeceğimiz gibi, her yaşayanı da var kabul edemiyoruz. Azim, çaba, gayret ve başarı surlarımızın yıkılmazlığı nefsimizi kabarttıkça, varlığımız konusunda elim bir yanlışa doğru gidiyoruz. Oysa bizi ispat eden şey aldığımız oksijen değil, salgıladığımız dioksitten ibaret...
Mahallenin sorumsuz ve kaygısız ölüm sevdalılarından müteşekkil militan gençleri, anlamdan yoksun benzeşmeler içerisinde, mücahid, şehit, yiğit, kahraman, vefakâr ve sözünün eri kavramlarından kendilerine yer kapmak için burdalarmış meğer. Dayatılan her fikrin cahilce ve hastaca taassuplarından, kendilerine sloganik müdavimlikler biçen gençler fanatizmle avunuyorlar. Fanatizmin bastığı her karışı sorgusuz öpebiliyor, mahallede var olma pahasına bütün çıplak teorilerin ayaklarına kapanabiliyorlar. Cehalet giderici okul, medrese, camii, kolej, dersane, ev, daire, meclis, üniversite, her ne varsa sosyalist soylu militanlığın tohumlarını burada ekiyor, saydığımız müşahhas kavramların üzerine ruhlarını giydirme endişesi taşıyorlar. Bilmiyorlar ki, bedenlerine kan sıçramadan doğdular, ölüm ne yapabilir onlara!
Gençliğime doğru yürürken, mahallenin içimde büyüdükçe, etrafımda olanca hızıyla küçülmesi, dünyamı genişletmenin yollarını düşündürmüştü. Her istediğimi elde etme hastalığım, her ne istediysem onda zirve olmamın en büyük etkenlerindendi. Aksi takdirde yerden göğe doğru yağan yağmurdan farksız oluyorsunuz! Ne kaderim, ne dünya, ne de mahalle bunu kaldıramazdı. Kimi vakit kapılar kapandı müslüman yüzüme. Bir dilenci hassasiyetiyle, çarpan her kapıdaki seste buldum militanlığı. Şeklime şemalime, kılığıma kıyafetime, kapalı açık her şeyime kılı kırk yararak laf-söz etmeye başladı kılıksız beyinler. Vasıfsız bir dilenci olmanın bile bedeli vardı. Mendil tutmanın, kapı çalmanın, oynamanın, kaçmanın, sürünmenin ve ajitasyonun rayiç bedeli, hiçbir mevkiide bulamayacağınız militanlıktı... İtiraf etmeliyim ki hepimiz birer dilenciyiz! Damarlarımızdaki kanı kışkırtmak için cinayetler işliyoruz. Bedeli ölüm olan aşklar dileniyoruz, pahası bir avuç ateş olan kadınlar düşlüyoruz, babalar babalıklarından taviz vermemek için geceyle gündüzü karıştırıyor sonra zaman dileniyor, analar ruhlarından kopardıkları can parçalarına saçlarını süpürge edip karşılığında onlardan merhamet dileniyor, patron işçisinden mesai dilenirken, dünya içindekilerden sükûnet dileniyor...
Payıma düşen sükûnetin de etkisiyle mütemadiyen kapandıkça kapandım, müteakiben dünya çıplaklar kampına döndü. O çıplak dünyadan küçük mahalleme sığındım yine. Hiç olmadığım kadar örtünmeye başladım. Her geçen gün bir kat daha... Biraz daha... Daha fazla... Fikirlerimse bucaksız ummanlar gibi yayıldıkça yayılıyor, açıldıkça açılıyordu. Gittiğim her yerde aynı ayarda akord edilmiş tuhaf yaratıkların hala tercüme edemediğim sloganları çalkalanıyordu; saçlarınızı görmeden konuşamam sizinle, buraya o şekil giremezsiniz, lavabolarımız koridorun sonunda, prosedür böyle, sizi bekliyoruz, hadi, akıllı olun şimdi, ne bakıyorsun, kurtlar sofrası mı burası, hem hava ne kadar da sıcak görmüyor musun, canına da mı acımıyorsun, yirmibirinciyüzyıl, çağdaş dünya, modern dayatmalar, gözyaşlarına sahip ol, kadın olduğun bile belli değil, aç, açık ver, taviz ver, yol ver...
Böylece yol verdim kendime. İnsanın kendi doğruları olmalı, çoğunluğun doğrularına zıt! Fikirlerini kavradığı yerden insanların yüzlerine doğru korkusuzca fırlatabilmeli. Fikir dediğin çarpmalı adamı. Mahallenin dokuz kapıdan kovulanı olmalısınız. Her camii avlusunda bir bırakılmışlığınız, her camı bir kere de olsa taşlamışlığınız, en az bir gece üzerinize yalnız karanlığı örtmüşlüğünüz olmalı. Yazarsanızda, okursanızda, çizersenizde, doktor, mühendis, kimyager, bilim adamı, çöpçü yahut vasıfsız işçi bile olsanız, yapmanız gereken sıradanlığın dışına çıkmak ve varsayılan sınırları çiğneyerek, kendi duygularınıza ve yaşam perspektifinize ters düşen her buyruğa göz kırpıp arkanızı dönmek. Bunu kimsenin size arka çıkmayacağını bilerek yapmalısınız.
İzm`lerle verdiğim onca savaştan sonra, kurbanı olduğum tek izm militanizm oldu sanırım. Üzerinde durduğum reddin savunusu, kuşkusuz hakikat kozasının dışında kalan obje ve subjeler için geçerli. İslâm da çağlardır marjinalliği savunmadı mı? İnsanlara atalarının orjinalliğinden sıyrılıp, İslâm`la farkı yakalama, `inanıyorsanız üstün olan sizsiniz` statüsüne girme, yükselme ve yek başarıyı vaadetmedi mi?
Dehanın bileklerini doğru yerden kavradığımızda bundan böyle gençlerin üzerinde en iyi militanizm duracak!
Sayfalar arasında kan dökecek kadar cesaretiniz yoksa, parmak uçlarınızdan damarlarınıza damıttığınız mürekkebin her an pıhtılaşmaya nazır olduğunu unutmayın...
GENÇ'ın Yazısı.