Ekmek Arası Hayaller
Mayıs 2012 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Ayşegül Demir
Güneşin yüzünü gösterdiği zamanlarda hiç düşünmeden yürüyorum artık. Dolmuşların keşmekeşindense yürüyüp kendimi dinlemek, ruhumu dinlendirmek, ayaklarımın üç beş adım fazla atmasına değer.
Fakat şimdi sabahki parlak gökyüzüne inat telaşla yağan bir yağmur var ve kocaman bir çanta ile düşünmeden atlıyorum ilk gelen dolmuşa. Sabahleyin başladığım kitabı çantamdan çıkarıyorum biraz daha okumak için. Biraz sonra cümleler, satırlar günün yorgunluğu ile el birliği edip birbirine giriyor, sayfalar birer cümbüşe dönüyor, kapatıyorum kitabı.
Çok geçmeden iki çocuklu bir aile büyük bir hengâme ile biniyor dolmuşa ve tam arkamdaki koltuğa oturuyorlar. Önce normal olan sesleri giderek artıyor, dolmuşun motor sesini de diğer yolcuların uğultusunu da bir bir bastırıyor artık. Hayallerinin heyecanından olsa gerek az sonra pek çok yolcunun kendilerini dinlediğini fark etmeden ( ya da umursamadan) evde sohbet eder gibi konuşuyorlar. Allah resulünün sözlerini hatırlayıp sesleri duymamaya çalışıyor elimdeki kitabı tekrar açıyorum. Şah İsmail’in kederi seslerini bastırmaya yetmiyor ne yazık ki.
Evin reisi hayallerini anlatıyor eşine. Hayal mi desek dua mı? Eğer büyük ikramiye bu sefer ona çıkarsa (Ki o kendisi gibi bir garibana daha çıkması için dua etmeyi ihmal etmiyor ve bu arada ikramiyenin yarısı hesap ediliyor) bütün borçlarını kapatacak, bir iğne deliği kadar borcu kalmayacak. (Önünden geçtiğimiz lastikçiyi eşine göstererek devam ediyor anlatmaya) Şu köşedeki lastikçi gibi köşe başında güzel bir dükkân açacak, başına bir usta koyacak, altına güzel bir araba çekecek, kalan parayla da eşine bir ev alacak elbette. Sabah işe gidip akşam eve gelecek, başka taraklarda artık bezi olmayacak ve tekrar borca da batmayacak. (Bu arada karı koca ikramiyenin çıkması için dua ediyorlar. Zaten kendisi yasaklanmış bir durumun gerçekleşmesi için edilen dua kulaklarımı tırmalıyor.)
Sonra konuşma eşlerin birbirini aldatmasına geliyor. Eğer adam eşini aldatırsa kadına düşen evinde oturmak, yuvasını dağıtmamak. Aklı başında bir kadın bunu yapar tembihi kadının kulağına küpe oluveriyor eşinden.
Sohbet ilerleyince ikramiyenin çıkmama ihtimalini aklına getirmiş olacak ki eşine bir markette çarçabuk iş buluyor. Parası mühim değil sigortası olsun yeter ki. Birkaç ay sonra iki ayrı bankadan bu sigorta ile kredi çekecekler bir taraftan borç ödeyip bir taraftan da çalışacaklar. Kadın çalışırken eşi elbette çocuklara bakmasına yardım edecek.
Benim gözümde 80’lerin moda filmlerinden akşama kadar fabrikalarda yorgun argın çalışan kadınların olduğu sahneler canlanırken adamın iyice yükselen sesi ile irkiliyorum. Çocuğa kızıyor yaramazlık yaptı diye, kafası bozulursa köye göndereceğini söyleyerek tehdit ediyor çocuğu.
Az sonra yine büyük bir hengâme ile inmek için kalktıklarında kadının yüzüne bakıyorum merakla, kafamdaki soru işaretlerini çözecek cevap orada gibi. Etrafına kayıtsız, mütebessim bir çehre görüyorum karşımda, şaşırıyorum.
Onlar indiklerinde ben milli piyango için yapılan duaya, evi geçindirme görevini üstlenecek kadına, kredinin caizliğine, borçtan kaçan adamın ehlini sürüklediği felakete, annesinin yanında olmayan bir çocuğa kimin hakiki bir şefkat gösterebileceğine dair sorularla öylece kalıyorum.
Şimdi daha da yorgunum tüm bunlarla. Üstelik kadının ifadesi biraz olsun destek olmamışken bana nasıl rahat edebilirim ki. Bir kadın, bir eş, hepsinden öte bir anne tüm bu konularda nasıl böyle rahat olur, neden düşünmez?
Birilerinin ekmek arası hayalleri benim ekmeğime acı sürmeye yetiyor, son durakta inerken artık ben de mırıldanıyorum: “Yürümek iyidir, ruhun dinlenir, kendini dinlersin...”
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.