Abdulkadir Paça

 Açık havalarda köy gecelerinde görebiliyoruz artık onları. Onları -yıldızları-, şehirlerin insanı yiyip bitiren kalabalığında göremiyoruz, görmeyi çok istesek bile. Yeryüzündeki ışıklar aydınlattığını sansa da gecelerimizi, gökyüzü öyle söylemiyor…

Yıldızı, “necm, kevkeb, sitâre” şeklinde tarif eder Şemseddin Sâmî. Necm, “nücûm” mastarından iştikak edilmiş. “Belirmek, doğmak, çıkmak” anlamları yüklenmiş bu kelimeye. Bir sahada ilerlemenin peşi sıra getirdiği bir taltif ifadesi olmuş yıldız, zaman sonra. İlimde, şiirde, zanaatta, insanlıkta hatta… Biz insanlar böyleyiz işte, gerçeğin ötesinde bir gerçeklik ararız ve buluruz da. Semada beliren yıldızlardan yola çıkıp, insanlar arasında bir vasfından ötürü belirgin/fark edilir hale gelenlere de yıldız deriz ya da “derdik” diyelim. Zihinlerin “film yıldızı” diye kavramış olmasına üzülecekken lügatlerin de bizi yüzüstü bırakmasına yas tutalım. Hiç olmazsa “Ashabî ke’n-nücûm/ Ashabım yıldızlar gibidir…” sözü hürmetine yas tutalım. Her biri bir yıldız gibi ve “hangisine uyarsak hidayet bulacağımız yıldızlar gibi” insanlar varken, yıldızla sinemayı peş peşe zikrettiğimiz için...

Evet göremiyoruz gökteki ve gönüllerdeki yıldızları. Birini biz insanların yalancı ışıkları söndürürken diğerini büyük adamların(!) putçukları söndürmüş. Artık gökyüzünü, samanyolunu, yıldızları izlemek için alabildiğine uzanan ovalar yahut yükselen dağlar bulmalıyız. Kaldırıp başımızı saymalıyız yıldızları, bir daha saymalıyız. Tefekküre dalıp kendimizden geçmek için. Sahiplenmeliyiz sonra içlerinden birini, benimsemeliyiz gerçekten bizim olmuş gibi. Kulağımızı derinden gelen sese vermeliyiz sonra, “Battığı zaman yıldıza andolsun ki…”(Necm, 1) Ve bir kez daha dinleyelim, “O (ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.”(Târık, 3)

Çocukluğunda yıldızlara gitmeyi hayal edip, bu hayalin sıcaklığıyla uyumayan çocuk yoktur sanırım. Kendimizi onların yanında bulmak isterdik. Onlara dokunmayı, yan yana yürümeyi… Belki de en güzeli: Onlardan biri olmayı, yıldız olmayı isterdik… Bu hayal, yıldızları görebileceğimiz bir geceye kadar burada dursun şimdilik.

Vâkıa, gönüllerdeki yıldızlar için daha vahim halbuki. Yıldız denilince sinema, futbol, müzik erbabı vs. geliyor akıllara. İnsanlar gökteki yıldızları da görememenin verdiği acıyla kendilerini bu sahte yıldızlara hasrediyorlar. Onlara ulaşmayı hayal ediyorlar mesela, bir yerlerde karşılaşmayı, elini tutmayı, seslerini duyurmayı istiyorlar. Yıldızının imzasını giydiği kıyafette görmek istiyor sonra, sonra dünyanın en mühim işini başarmış insan edasıyla sağda solda yıldızını ve kendisini anlatıyor. Bu kadar işte, eni boyu; başı sonu bu kadar. Biz dokunduğumuz şeylere ya da dokunulası şeylere yıldız demeyiz! Ve bizim yıldızlarımız tevazularından kendilerine yaklaşmak isteyenlere daha yakın olmak isterler.

Küstürdük yıldızlarımızı. Biz sahiplenmediğimiz için onlar da görünmek istemiyor artık. Sahne çok kalabalık çünkü, sahne gerisinde dahi yer vermiyoruz onlara. Sema yıldızsız olmaz, insanlar da öyle. İsimlerini bile unuttuk, kutsal kitabımızda adı geçen peygamberlerin, aşere-i mübeşşerenin, ulemanın, evliyanın, ediplerin, şairlerin isimlerini…

Dudaklarımızda ne idüğü belirsiz şairlerin mısralarını geveliyoruz artık. Nasibimizi çorak arazilerde arıyoruz. Fuzûli’yi ismiyle müsemma sanıyoruz, Hâfız’dan hiç haberimiz yok. Kütüphanemiz popüler yazarların kitaplarıyla dolu. Popüler azizim adı üstünde popüler, “halkın benimsediği, halk tarafından kabul gören”. Yaşadığımız halktan bile habersiziz. Aksi halde ayrıkotlarını gelinciklerden ayırabilecek kıvamda olurduk. Klasikten haberimiz olsa, maymun iştahlılığımıza son verip belki kendimize has bir üslubumuz bile olabilirdi. Belki o zaman yıldızlar gökte duruyor olurdu.

Yaşayan yıldızları aramak gibi bir telaşımız olmadığı gibi, ebediyete yolcu ettiğimiz yıldızları dualarımızda anmıyoruz. “Allah’ım onlardan razı ol” diyemiyoruz. “Ölüsüne saygısı olmayanın dirisine saygısı olmaz” derlerdi. Yanılmamışlar herhalde.

Şimdi bir lügatı imar etmenin zamanı, yıldızlara gitmek zamanı şimdi. Demiştik ya belki onlardan biri olmak, yıldızları bulmak zamanı. Şunu belirtelim ki onlar kendilerine yıldız demiyorlar, denmesini de istemiyorlar. Belki kararan gökyüzü onları bulunca çağırır yıldızlarını yanına, belki barışır bizim de yıldızımız…


GENÇ'ın Yazısı.