Ömer Öztürk

Edeple dahil ol Sufî. Bu dergâh-ı Nasuhidir… (1)

Şeyh Nasuhî Türbesi, Hacet Penceresi (2), Şeyh Zekaî Mustafa Efendi’nin beyti.


Evvelce hiç görmemiş, hiç bilememişim. Üsküdar, Tunus Bağı’ndaki Osmanlılar Vakfı’ndan çıkıp bir-iki kedi adımı yürüyünce, sol cenahtaki TÜRBE yazısını okuyuverdim bir an. İtiverdim kapısını a-h-e-s-t-e a-h-e-s-t-e; gıcır-gıcır değil/huzur-huzur açılıverdi itirazsız.. Şeyh Nasuhî Hazretleri ve aile efrâdı çok uzun zamandan beri beni bekliyorlardı. Hazret, mütebessim, baktı; zevcesi, hafif, başını yere eğdi; evlâtları hiçbir kıyafet mağazasında bulunamayan, hiçbir terziye diktirilemeyen, bulunmaz Hint kumaşından daha bulunmaz hâyâ elbiselerini giyiverdiler; eh, doğrusu ya, pek fiyakalı olmuşlardı.

Sonra bir PENCERE görüverdi, neler görmüş, kim bilir daha neler görecek olan, gözlerim. Asırların sürüklediği mücerred tortular misali, bizim de gelip-geçmişlerden pek de farklı olmayan hikâyemizi şekillendiren şu ebedî ve kâinat-ötesi uhrevî âleme açılan, hançeremi düğümleyen, pencere. Ben ki, bekâ simgesi kabirleri nazar eden şu pencerenin önünde oturup zikre dalmayı, maddeden çıkıp manaya intikâl etmeyi istemez miyim sanıyorsunuz? Bir ömrün nihayetinde, hizmet kere hizmet etmiş olmanın manevî rahatıyla, saadet-bahşeden bu türbeyi tavaf etmez de ne eder insan.

Ya siz? Evet siz! Niçin doğru yol üzerinde değil de, o eğri-büğrü, bozuk yolda nafile yürümektesiniz? Gelin bu tarafa gelin. Hep beraber gelelim. Burası yardım için kollarını açan Nasuhî’nin dergâhı. Nush ile uslanmayanlar, belki tekdir edilse de burada; bir fiske bile düşmemiştir, düşmez de paylarına. Zengin-fakir, genç-yaşlı, gelin kulak verelim bu uhuvvet (kardeşlik) çağrısına. Çıplak gelip, çıplak gidiyorsak şayet; olmamalı farkımız yekdiğerimizden elbet.
    
Ey mezaristan, mezaristan!.. Açmışsın ağzını yutuyorsun asumanı. Hiç mi görmezsin, hiç mi umursamazsın ağlayıp, feryad ü figân eyleyeni. Duymaya kulak lâzım amansız sedanı; görmeye göz, zamansız hazanını. Cennet yaranıyla meşk mi eylemeli, cehennem kazanında çile mi seyreylemeli, bilmem, bilmem ki ne eylemeli! Heyhaat! Uyan; Üsküdar’da sabah oldu, kıyametim (uyanışım) sefa?-let?-im oldu…

NOTLAR:

(1) Sufi derviş, yani kapı kapı dolaşan, o kapıları çalan, ilim-mana-edeb arayan demektir; dokuz yıllık yazarlık hayatım hep ama hep kapıları çalmakla geçti. Bugün artık anlıyorum ki, meğer ben de bir dervişmişim; ayrıca şu fakir, Şeyh Nasuhi Hazretlerinin kerametlerine yazarlık hayatı müddetince tam iki defa şahit olmuştur ki, teferruatlı izahatı inşallah yakın istikbaldeki söyleşilerimizde yapacağım.

(2) Eskiden türbelerde hacet yani ihtiyaç penceresi bulunurmuş. Türbe ve pencere arasında Da Vinci’nin korsan kitap tezgâhlarına düşürülen zamazingo şifresinden çok daha ulvî ve asil bir şifre bulunmaktadır. 

Ek not: Birlikten daima çokluk, yani kuvvet doğduğu asırların tecrübeleriyle sabit olmuştur. Bu yüzden başlıkta "teklik değil çokluk" çağrısı yaptık...


GENÇ'ın Yazısı.