Hayatı Sevmek Şükürdür
Hayat bizim her şeyimizdir. Ne olacaksak bu hayatla olacağız, bu hayatta olacağız. Ne verilecekse bize bu hayatla verilecek. Eren, bu hayatta erecek.
Abs adlı eski bir Arap kabilesine mensuptu. Babası kabilesinin ileri gelenlerindendi. Ama annesi Habeşli bir cariye olduğu için hep köle muamelesi gördü. Çok sevdiği amcasının kızı ile evlenmesine bu yüzden müsaade edilmedi. Çok acı çekti, horlandı, aşağılandı, kıymet verilmedi. Ama yılmadı. İzzet ve şerefin doğumla belirlendiği bir yerde izzet ve şerefi tırnaklarıyla kazanmaya çalıştı. Hayatı çok sevdi. İstediklerine kavuşmak için çok bedel ödedi. Yılmadı. Zamanla çok iyi bir binici, şair ve savaşçı oldu. Kazandıklarının hepsinin kıymetini bildiği için sözünün tesiri büyüktü. Sesi harlı bir nefes gibi çıkıyor, yalım oluyor değdiğini yakıyordu. “Bir ziyan uğramışsa eğer bendime, bir zulüm kırbacı şaklamışsa alnımda, o zaman öcüm acı olur” diye meydan okurdu. Acı, onun için Ebu Cehil karpuzunun acılığı gibiydi. Midesi açlıktan kurusa da, derisi kemiklerine yapışsa da minnetsiz bir yiyecek buluncaya dek aç, susuz yaşayıp gidecek bir istiğnası vardı. Yıllar boyunca keskin bir bıçak gibi yaşamış, ezikliğin, dışlanmanın ve hor görülmenin ruhunda oluşturduğu hınç, hayata dört elle sarılmasına sebep olmuştu. Hiç geri adım atmamış, pes etmemiş, bütün menfiliklere rağmen hayata sarılmaktan geri durmamıştı. Çünkü yaşamayı çok seviyordu. Bir gün isteklerine kavuşacağı anın geleceğini biliyor, bunu sabırla bekliyor, her gün yudumladığı acı dolu kâsenin bir gün mutluluk iksiri ile dolacağı ümidini hiç yitirmiyordu. Sanki hayata yapışmıştı da bırakmıyordu.
Nihayet o gün geldi. Yakınları ve amcasının kızı esir düşmüş, o ise deli cesareti ve gözüpekliği ile yenilgi ve kayıplarla büyük acı yaşayan kabilesinin ümidi olmuştu. Savaş meydanlarına atılıp önüne geleni dağıtmaya başladığında önünde kimsenin duramayacağını herkes biliyordu. Çünkü bu mücadele, onun hayata karşı verdiği mücadelenin yanında önemsizdi. Nitekim öyle de oldu; sevdiği amcakızı da dâhil bütün yakınlarını kurtardı. Kabilesi artık onu bir kahraman olarak görüyordu. Adı şerefle birlikte anılır olmuştu. Bir zamanların tahkir edilen ismi şimdi herkes tarafından taltif ediliyordu. Tek beklentisi kalmıştı: amcasının kızı ile evlenmek. Amcası bir müddet daha ayak dirediyse de sonunda yeğeninin ısrarına dayanamadı. Araplara göre siyah tenli, alt dudağı yarık bu kahraman şair muradına ermişti. Artık amcasının kızı Able ile evlendiğine göre artık dönüp hayata mağrur bir nazar atabilirdi. İstediklerine kavuşmuştu işte. Bir zamanlar herkesin aşağıladığı bir kimseydi, şimdi ise kabilesinin cesareti ile gurur duyduğu şerefli bir mevkiye sahipti.
Ne ki her şeyin bir bedeli vardı. Geçirdiği acı günler onda derin izler bırakmıştı. İstediklerine kavuşmuş ama onları istediği zamanda değil ancak rehnedilen zamanda elde etmişti. Bu zaman, onca mücadele ile kazandığı hayatının elinden çıkıp gitmeye başladığı zamandı. Bir gün diyecekti ki: “Gücümü savaşlara girip çıkmam zayıflatmadı, fakat asıl geçen zaman zayıf düşürdü beni.” Hayatının özetini ise Arapça’nın bir faniden çıkabilecek en güzel örneklerinden birisini ortaya koyarak şöyle ifade edecekti: “Doğrusu, şerefli ve kerim bir adam olarak yaşamak için nice ızdırap dolu günler geçirdim.” Bu son sözü öyle beliğ ve öyle tesirli ifade etmişti ki ondan bir müddet sonra gelen En Güzel İnsan bu sözleri ilk duyduğunda şunu demekten kendini alamayacaktı: “Bir Arabın övünmesi hiçbir zaman bende onu görme isteği uyandırmamıştır, ama biliniz ki bu sözlerin sahibini tanımak isterdim.”
Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellemin dünya gözüyle görmek istediği bu Arap şair Antere bin Şeddad’dı. İkbal, Allah Rasulü’nün hayatın acıları ile yılmamış bu adamı tanıma isteğinin şair, şiir ve sanat anlayışımız açısından çok önemli olduğunu söyler. Ona göre Allah’ın elçisinin Antere’yi görmek istemesindeki hikmet onun sözlerinden fışkıran hayat ve canlılıktır. Bu his o kadar dikkat çekicidir ki insanın damarlarındaki kanı ateşleyebilir. Bu sözler hayata sımsıkı tutunmuş, derisinin rengi, dış görünümü ve statüsü yüzünden dışlanmış birisinin umudunun göstergesidir. Şerefin peşinden bir ömür boyu koşmuş bu adam istediklerine kavuşmuş, hayatı önünde diz çöktürmeyi başarmış ve bunu, kazandıklarının bedelini her anlamda ödeyerek yapmıştır. Hayata yönelmiş bu tutkudan, hayatı hor görenlerin ibret alması gerekir. Antere’nin acıları aşarak yöneldiği hayata ilişkin tutkusu o kadar yoğundur ki yıllar sonra bu bedeli ifade edercesine söylediği söyler alev olmuş değdiğini yakmıştır. O sözlerdeki dirilik ve yaşanmışlık emaresi dikkatlerin kendisine çevrilmesini sağlamış, herkesin yaşadığı hayatı tekrar gözden geçirmesine vesile olacak bir ders koymuştur ortaya… Allah Rasulü’nün “Bu sözlerin sahibini tanımak isterdim” sözündeki merak, bizim bu dersi anlamamızı gerektiren bir meraktır.
Biz Antere gibi doğru dürüst bir bedel ödemedik. Belki de o yüzden sözlerimiz yalım olup yakmıyor. Hayat önümüze nimetleri ile çıktı geldi. Çok zaman gülümsedi. Biz Antere gibi acının ortasına doğmadık. Köle edinilmedik, annemiz cariye değildi. Hür doğduk, hür yaşadık. Ezan sesleri altında bulduk kendimizi, ezan sesleri ile büyüdük. İman gibi büyük bir nimetin içindeydik, çok zaman bu nimetin bile farkına varmadık. Böyleyken hayat yapıştığımız bir şey niye olmadı, olamadı? Neden emaneten yaşadık? Neden gelmiş ya da gönderilmiş olmanın şükrünü her zerremizde hissetmedik? Neden kıyısında kaldık hayatın? Ona karşı coşkumuzu neden ortaya koyamadık? Hayatı sevmeyi, ona doğru şevkle yönelmeyi neden bir suç gibi gördük? Hemen çekip gidiverecekmiş gibi yaşanmış bir hayatın aldatıcı bir yaşanmışlık olacağını, dolayısıyla yaşanmışlık olmayacağını neden hatırlamadık ve hatırlatmadık? Hayat bize hep gülümserken biz neden ona somurttuk? Cenabı Hakkın verdiği en büyük nimeti, yaşama, duyma, hissetme, görme ve anlama lütfunu neden bir lütuf olarak görmedik? Hayat en büyük nimetti, neden onu nimet gibi görmedik ve bu nimete şükretmede geç kaldık?
Hayata tutunmak, pes etmemek, verilene razı olup daha iyisi için mücadele etmek şükrün göstergesidir ve kuvvetin kendisidir. Hayatı sevmek Allah’ın verdiğini sevmektir.
Antere’nin Allah Rasulünü bile meraka sevk eden hayat tutkusu, sözlerinden fışkıran canlılık bize ders olsun: Hayat bizim sermayemizdir. İnsan sermayesinin üzerine titrer. Onu çarçur etmez. Hayat bizim kâr edeceğimiz yegâne varlığımızdır. Onu korumak, üzerine titremek yetmez, onu zenginleştirmek sorumluluğumuz vardır. Bize verilen hayatı artırmamız gerekir. Hayat, başka hayatlara iliştiğinde, başka hayatlara hayat olduğunda zenginleşir. Hayatın başka hayatlara ilişmesi, hayatla dolması, taşması ile mümkündür. Hayat dolmak için hayatımızı renklendirmemiz, cıvıl cıvıl bir hayat yaşamamız gerekir. Ancak o zaman o hayat başka hayatlara can verir, başka hayatların dikkatini çeker. O yüzden biz hayatımızı ne kadar zenginleştirecek vesile varsa onları arar, bulur, bu vesileleri hayatımıza hayat yapmaya çalışırız. O yüzden çeşitlenmiş, renklenmiş ve farklılaşmış bir hayata çağıran her teşebbüsün peşinden gideriz biz, onu arar, bulur ve zenginleşiriz.
Hayat bizim her şeyimizdir. Ne olacaksak bu hayatla olacağız, bu hayatta olacağız. Ne verilecekse bize bu hayatla verilecek. Eren, bu hayatta erecek. Değil mi ki bu hayat ötelerin ebediyetinin örnekleri ile doludur, bu hayat keşfedilmelidir. Keşfetmek için merak etmeliyiz. Merak için ilgi duymalıyız. İlgi duymak için yönelmeliyiz. Hayat bizim yönümüzü döndüğümüz bir veçhedir. O veçhede sonsuzluğun örnekleri vardır. Hayatımız bu örneklerin keşfi ile zenginleşir. Hayatımız, hiç bitmeyecek bir hayatın habercisidir. Ebedi hayatın müjdecisidir. Ondan örneklerin, ona dair işaretlerin ve oradaki misallerin mekânıdır.
Hayat biz yürüyelim diye verilmiştir. Bu yürüyüş ne çalımlı, ne gösterişli ne de fiyakalıdır ve fakat bu yürüyüş vakarlı, heyecanlı ve şevklidir. Şevk her hücremizden sızar. Biz hayat yolunda usanmadan, oflamadan, püflemeden yürürüz. Yürüyüşümüz daha çok hayat vaat eden bir hayata doğrudur. Yürüyüşümüz hayatın kendisinden, ebedi hayatın kendisine doğrudur. Biz hep hayatın yolundan yürür, hayatımıza hayat verecek bir yol bulur, hayatta kendimize ait bir yol buluruz.
Hayat bizim, kırmaktan çekineceğimiz yârimizdir. Onu severiz. Onu üzmek istemeyiz. Ona yönelik coşkumuz hiç bitmesin isteriz. Ona sarılmanın, ona doğru heyecan ve şevk içinde olmanın en büyük şükür olduğunu biliriz. Mademki verilmiştir, “verenin bir muradı vardır” deriz. Hayata yârimizdir demek, Rabbimizin verdiğini sevmek demektir. Ona surat asmak, ona şükürsüzlükle muamele etmek aslında dönüp göklere surat asmak demektir. Hayata asık surat gösteren, aslında Rabbimize hesap soruyor demektir. Hayatı seven, Rabbimizin verdiğini sevmiş demektir. Hayatı sevmek, Rabbimizi sevmektir.
Hayatı sevmek aslında verilene razı olmak demektir. Bu ise ferahlığın, felahın ve huzurun anahtarıdır, çünkü bütün sıkıntılarımız Rabbimizin hakkımızda hükmettiklerine razı olmamaktan gelir. Cahiliyede yetişmiş âteşin bir Arap şairinin bütün menfi şartlara rağmen hayata sarılışındaki şükür mânâsı hepimizi kendimize getirmelidir. Daha doğrusu şudur: Antere’nin tavrı hepimizi hayata getirmelidir. Onun sözlerindeki hayatı Allah Rasulü’nün fark ettiği gibi fark etmeliyiz.
Antere yıllar sonra gelseydi ve hidayet nimeti ile Allah Rasulü’nün yoluna girseydi şu mananın adamı olduğunu da görürdü herhalde: “Kuvvetli mü’min, Allah nazarında zayıf mü’minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah’tan yardım dile, acizlik gösterme. Başına bir sıkıntı gelirse: “Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!” deme. “Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!” de! Zira “eğer” kelimesi şeytan işine kapı açar.”
Hayatı sevmek, ona yapışmaktır. Ondaki faydaya doğru atılmak, ondaki menfaatimizi artırmaya çalışmaktır. Bu, kuvvetle olur. Kuvvet, psikolojik bir haldir, niyettir, azimdir; kuvvet hayatı sevmektir, zira hayat kuvvetle kaimdir. Kuvvetin, duruşun ve mukavemetin bittiği yer hayatın bittiği yerdir ki orada ölüm vardır. Kuvvet, hayatın içindeki faydaya doğru yönelmek, ona doğru yürümektedir. Kuvvet bir duruştur. Rabbimiz bizden böyle bir duruş istiyor. Aciz olmamızı istemiyor. Yaptığını sahiplenmek, faydası olana doğru yürümek, işlediğinin arkasında durup geriye bakmamak ve en önemlisi de inandım dedikten sonra geri dönmemek kuvvetli müminin özelliğidir. Hayata tutunmak, pes etmemek, verilene razı olup daha iyisi için mücadele etmek şükrün göstergesidir ve kuvvetin kendisidir. Hayatı sevmek Allah’ın verdiğini sevmektir. Her doğan güneşte, her açan çiçekte ve her kımıltıda doğmak, açmak ve canlanmak, her köşede bize gülümseyen hayata katılmak O’na şükretmenin tam da kendisidir.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.