Her zamanki gibi okuldan çıkmış Üsküdar’a dönmek üzere Eminönü iskelesine gelmiştim. Şehir hatlarını mı yoksa İDO`yu mu tercih edeceğim hakkında kararsız kalırken adımlarımı geri döndürüp İDO motorlarına bindim. İlginçtir ki her zaman vapurun üst katında oturmayı tercih ederken, bu sefer alt katta motorun en arkasına geçtim. Oturmuş kitap okurken birden öbür uçtan bir adam seslendi.

‘Saat!? Watch?’ diyerek eliyle saat işareti yaptı. Saati söyledikten sonra;

‘What are you studying?’ diyerek okulumu sordu. Muhabbet buradan başlayarak hangi bölümü okuduğuma, oradan da klasik tanışma sorularına geçti. Adımın Muhammed olduğunu söylediğimde çok şaşkın bir vaziyette kimliğini çıkarıp gösterdi. ‘Mohammed’ yazıyordu.

Karşımdaki adam kır saçlı, iri yarı, güçlü kuvvetli birisiydi. ‘I am a Palestinian’ dediği anda ben zaten bitmiştim. İngilizce öğreniyor olmamın bu şekilde bana fayda sağlayacağını hiç tahmin etmiyorken, adam başladı anlatmaya.

Ailesiyle birlikte İstanbul’a gelmiş. Tabii bu abiyi buralara getiren İHH olmuş. Oğlu hasta ve şu an ameliyat olmayı bekliyor Taksim Alman Hastanesi`nde. Annesi oğlunun başında bekliyor. Muhammed abi de Antakya’ya gideceğini söyledi. Sanırım ticaret yapıp gelir elde edecek ve oğlunun ameliyatı için para toparlayacak. Muhammed abiyle konuşurken kolunda dikiş izleri gördüm. Birden gözümün önüne ‘savaş’ geldi. Acaba İsrail askerlerinin zulmü yüzünden mi kolları bu haldeydi?

Sohbetimiz motorun arkasında devam ederken iki arkadaş geldi tevafuk eseri. Onlar Arapça biliyorlardı ve abiyle sohbet daha bir koyulaştı. Uzun süre muhabbet ettikten sonra, abiye GENÇ Dergimizde bir çayımızı içmesini teklif ettik.

Cevap koca bir ‘Lâ!’ idi.. (Hayır)

Şeker hastasıymış.. Antakya’ya nasıl gideceksin dedim. Otobanda otostop çekeceğini söyledi. Duyduğuma inanmak istemedim. Çok zor olduğunu, bunu başaramayacağını söyledim.

Cevap yürekleri titreten bir cevaptı. ‘Ne yapabilirim ki? Allah büyük elbette.’

Öylece donuk bakışlarla düşündüm taşındım. Resmen yalvardım, ancak kabul etmedi dergiye gelmeyi. Çaresizce öylece uğurladım onu Üsküdar sahilden Boğaziçi köprüsüne doğru, yürüyerek.

Numaramı verdim, çünkü Antakya’dan döndüğünde dergiye misafir olacağına dair söz verdi.

Gelmemesinin sebebi ise kendisine yardım edecek olmamızdı.. Olmadı..

Şimdi nerde, nerelerde? Gidebildi mi Antakya’ya?

Bir Filistinli için kim bilir, bu da dert mi?

Dilinden ‘Allah büyük elbette’ diye teslimiyet cümlesini düşürmeyen biri, kaybolur mu karanlıkta.. 


GENÇ'ın Yazısı.