Kardeş! Sen önce kalk bi’ abdest al; namazını kıl, tespihini çek, ihsan et, kalp kırma, zarar verme, adil ol, gönlünü gönül ehlinin gönlüne bağla, emin ol… Sonra konuşursun bunları.

Tasavvufla ilgilenenlerin çokça duyduğu cümlelerdendir: “Surete takılma!” Hatta tasavvuf metinlerinde bunun çok zarif başka ifadelerine de sıkça rastlanır: “Cevizin kabuğunu kır, özünü ye” gibi mecazi anlatımlar; kişiye, işlerin cevizin kabuğuyla temsil edilen suretlerine takılmayıp, hakikatlerine vasıl olmaya çalışmayı salık verir. Doğru ve güzel tavsiyelerdir bunlar. Lakin her sözde ve her işte olduğu gibi bu konuda da eksik değerlendirmelerimiz; yanlışa düşürüyor bizi. Yine.

Surete takılmama söylemi, şekiller önemli değildir; aslolan özdeki manalar, diğer bir değişle hakikatlerdir şeklinde anlaşılır. Amenna. Ama bu söylem, çoklarını; şekiller önemli değildir kısmına mıhlar. Sonra iş gelir ibadetlerin de aslında birer suret; birer kabuk olduğuna. Böylelerine göre; ibadetlerin hakikatini anladığın an, onları şekilsel olarak ifa etmene gerek yoktur.

Suretler Manaya Ulaşmak İçin Basamaktır

Bu bakış açısına sahip olanların çoğununun atladığı bir nokta var: Suretler; manaya ulaşmak için basamaktır. Yani insanı manaya ulaştırırlar. Şekiller uygulana uygulana öz idrak edilir. Kişi (ancak) manayı yakalamışsa; şeklin (sadece o kişi için) önemi yoktur. Ki bunu da şekilleri ifa ya da idrak etmeden başarabilen çok azdır. Azın azıdır hatta. Dolayısıyla bu tip sözler edenlerin çoğu; aslında kıyısından köşesinden kulaklarına çalınan ama aslında hiç anlamadıkları bazı yüksek hakikatleri, sadece istismar edenlerdir. Mesela “Namazın hakikati Allah’la beraber olmaktır. Ben zaten her an Allah’la beraberim. Surete takılmamak lazım” diyen biri, muhtemelen; sadece namazdan yırtmaya çalışıyordur.

Zaafını Meşrulaştırma Çalışması

Bir Arap şiirinde; bir adamın deve pisliğinden nasıl Allah’ı bulduğu anlatılır. Mealen şöyle: Adam çölde giderken yerde deve dışkısı görmüş. Demiş: “Madem yerde bu var. Bunu bir çıkaran var”. Deveyi bulmuş. Sonra kaldırmış başını göğe. Yıldızları görmüş. Demiş: “Madem gökte yıldızlar var. Bunları da bir yaratan var.” Evet: Her şeyden Allah’a giden bir yol bulunur. Adam; ota, böceğe, taşa, kuşa, kula, müziğe, resime… ilah vs. bakarak Allah’a ulaşabilir. Lakin bunu yapabilecek olan “adam”dır. Her daim kıtlığı vardır. Daha o kalitede bir “adam” olmadan “Abi ben müzik dinleyip Allah’ı buldum. Resim çizdim Allah’a vardım. Aga ben aşık oldum; Leyla’ya bakıp, Mevla’yı buldum. Hacı çalışmak da ibadet; oradan hem işe giderim hem Allah’a…” lafları; zaafları meşrulaştırma çalışmasından başkası değildir.

Ha! Dediğin gibi de olur belki ama; onu da sen (Sen hitabı; burada çoğul ve genel manada kullanılmıştır. Hiçbir kişi ve kurumu doğrudan hedef almamaktadır. Bu yöndeki itham ve iddialar sû-i zandan ibarettir) yapamazsın! Hz. İbrahim’le (a.s.) (haşa) aşık atabilecek kadar güveniyorsan kendine; buyur sen de gel. Ağaca bak, taşa bak, Ay’a bak, Güneş’e bak, yıldızlara bak… Sen de onun gibi “Ben batıp gidenleri sevmem” diyebiliyorsan, nerden gitmek istersen oradan git Allah’a. Ama o kalite herkeste yok. “Bende var” diyenin alnını öperim. Eğer sözünde gerçekten sadık ise. Ekseriyet değil; biliyorum. Çokluk; içi boş kibir bunlar.

Eşyadan Esmaya; Esmadan Hüsnaya

Bir kere Hz. İbrahim (a.s.), peygamberliği açığa çıkmadan önce de iyi bir mütefekkirdi. Hani o felsefeciler kullanıyor diye aşağılanan “tümevarım” yöntemi var ya. Onu kullanmıştı. Eşyaya bakıp Allah’ı tanımıştı. Eşyadan esmaya, esmadan hüsnaya…

Söyletmen Beni

E! Senin elinde “tümdengelim” var. Buna rağmen bulamamışın Allah’ı. “Tüm” sana kitap göndermiş, peygamber göndermiş, âlim göndermiş… Göndermiş oğlu göndermiş. O gönderdikleri hep bir ağızdan demişler: “Şunu, şunu yap. Bunu, bunu yapma. Ulaşırsın Allah’a.” “Namaz kıl” demiş mesela “Oruç tut, zekât ver, selam ver, Allah’ı çokça zikret… ilh.” Allah bizzat demiş sana “Ben buradayım. Muradım belli, rızam belli. Şöyle gel bana” da sen hiç birini dinlememişsin. Hiçbirinden varamamışsın da Allah’a; kendi totondan uydurduğun yolla mı ulaşacaksın?! Güldürmen beni. Kızdırman beni. Söyletmen beni…

Kardeş! Sen önce kalk bi’ abdest al; namazını kıl, tespihini çek, ihsan et, kalp kırma, zarar verme, adil ol, gönlünü gönül ehlinin gönlüne bağla, emin ol… Sonra konuşursun bunları. Hadi canım! Hadi namaza!..


Sinan Özgenç'ın Yazısı.