Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır. (Bakara, 104)

Yukarıdaki ayetin yorumuyla ilgili şu ifadeler geçiyor tefsirlerde: Her iki kelime de ‘bize bak, bizi gözet’ anlamlarına gelmektedir. Ancak ilk ifade, ‘raina’ ifadesi Yahudilerin kendi aralarında sövgü amacıyla kullanılmaktaydı. Onlar böyle kelime oyunları yaparak Peygamberimize hakaret etmeye çalışıyorlardı. Cenab-ı Allah bu ayetle Müslümanları, Peygamberimiz’e nasıl hitap edecekleri konusunda uyarmış bulunmaktadır.”

Bu ayet bir açıdan da bizlere “güzel konuşma” dersi veriyor kanaatimce. Özellikle kelime ve kavramların önemine dikkat çekiyor diye düşünüyorum. Yani bir mümin ağzına gelen her şeyi söyleyemez, söylememeli. “Ne olacak ki canım” deyip de mümine yakışmayan ifade tarzıyla konuşmamalı. Mesela Peygamber Efendimiz’e sadece “Muhammed” diye hitap etmek bizim medeniyetimizde olmayan bir şey.

Bir de meselenin şu boyutu var diye düşünüyorum: Kelimeler ve kavramlar bizim iç dünyamızı şekillendiren en önemli yapı taşlarıdır. Bu manada, bir olguyu nasıl adlandırıyorsak farkında olmadan o yönde bir şekillenme oluyor bilincimizde. Mesele “Türkiye’deki başörtüsü problemi” dendi yıllarca. Bu ise zamanla “başörtüsü problemin kendisidir, niye milleti bölüyorlar bu konuda, ne gerek var insanları germeye, başörtülüler de çok fazla oldu vs..” gibi kanaatlere dönüşebildi.

Halbuki bu cümleyi ilk andan itibaren şu şekillerde kodlayabilseydik hafızalara, mevzu daha değişik bir boyut alabilirdi: “Türkiye’deki başörtüsü zulmü problemi.” “Türkiye’deki başörtüsü zulmü.” Evet, ortada aslında bir zulüm vardı ve biz bu zulmü doğru ifade edemedik, doğru isimlendiremedik belki de. Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz…

Hâsılı “dil terbiyesine” her daim muhtacız ve bu anlamda göstereceğimiz çabalar kıymetini hiçbir zaman yitirmeyecektir...


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.