Adı üstünde hitabedir; okunmaktan ziyade söylenir ve dinlenir hitabeler. Zira hitabet sanatının karakterinde, bilgiden ziyade, muhataba bir heyecan, bir şevk, bir vecd verme amacı vardır.

Hazır, "Gençliğe Hitabe" tartışmaları yapılıyorken, ben de Üstad Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabe’sine çekmek istiyorum dikkatlerinizi. Sanıyorum şimdiye kadar üstadın kendi sesinden bu hitabeyi dinleme imkânınız olmuştur.

Adı üstünde hitabedir; okunmaktan ziyade söylenir ve dinlenir hitabeler. Zira hitabet sanatının karakterinde, bilgiden ziyade, muhataba bir heyecan, bir şevk, bir vecd verme amacı vardır. Yazılmışsa da bunun için yazılmıştır. Üstad da yazdığı hitabeyi bizzat seslendirerek, hitap ettiği gençliğe güzel bir miras bırakmak istemiştir. Üstadın hitabetinde, o heyecanı, o şevki, o vecdi duymak fazlasıyla mümkündür.

Anlaşılan Üstad hitabeyi ahir ömründe seslendirmiştir. Yani onca mücadelenin , kavganın, gayretin ardından… Ses tonundan ve üslubundan, davayı bütün varlığıyla yaşamış, iliklerine kadar söylediklerini hissetmiş büyük bir dava adamının varlığının farkına varıyorsunuz. Hani Üstad için anlatılır: Dergiye yazı yazması gerekiyordur. Üstad bir çırpıda yazıyı yazıp mürettibin eline uzatıverir. “Üstad, ne kadar kısa sürede yazdın böyle” derler. “Siz” der, “Buna bir kırk yıl daha ilave edin!” Evet, Üstad’ın hitabesinin arka planında senelerce yılmadan, usanmadan sürdürdüğü mücadelesini ve çilesini duymak gerekir.

Üstad’ın hitabesinin içeriğinde ise ifade değeri yüksek bir dava vurgusu kendini hissettiriyor. Ancak kuru bir kavga telkini değil söz konusu ettiği. Arka planını din ve inancın, tarih ve dil şuurunun beslediği bir dava anlayışı… Ben bu yönüyle hitabede hem fikir hem de hareketi iç içe görüyorum.

Üstad öncelikle tarihe çeviriyor yüzümüzü ve bir “tarih şuuru”nun ve tarihi iyi değerlendirmenin gerekliliği üzerinde duruyor. Üstad, Osmanlı dönemini esas alarak, 7 asırlık dönemi beş devreye ayırıp son devreyi gençliğin önüne bir ufuk olarak koyuyor: “Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...”

Üstadın gençliğe vermek istediği mesajın boyutlarını kanaatimce şu ifadeler daha güzel açıklıyor: “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...” Bu satırları tahlil etmeden önce Mehmed Âkif’in “Benim için iki şey mukaddestir; biri din, diğeri de dil” sözünü hatırlayalım. Din, insanı ve toplumu ayakta tutan en güçlü âmil ise, bunun en güçlü ifade aracı da dildir. İşte bu sebeple, her iki mütefekkir dinin olduğu kadar, dilin de aslî hüviyetini yitirmemesi için mücadele vermişlerdir. Bu bakımdan –Üstadın kendi de kullanma gereği duysa da- Türkçenin ruhuna aykırı olarak uydurulan dili “kurbağa dili” diye adlandırması ilginçtir. Dolayısıyla hitabede bir “dil şuuru” da kendini göstermektedir.

Yine üstadın bu veciz ifadesinde, fikir ve ilim gibi önemli iki konuya dikkat çektiğini görüyoruz. Çünkü bunlar, bizi biz yapan değerlerin en başında gelen, bizim tarihî mirasımızı özetleyecek iki kavramdır. İlim ve fikir, İslam toplumunun ayırıcı nitelikleridir. Dolayısıyla bunlar, onu farklı kılacak, yeniden alternatif bir medeniyet kılacak âmillerin başında gelmektedir.

Üstadın “ırzının ve evinin” ifadeleri de hayli ilginçtir; bu ifadelerde o, aile mefhumuna dikkatimizi çekiyor ki, bir dava sahibi olmanın aileyi ihmal etmeyi gerektirmediğini hissettiriyor. Zira sağlam karakterli, müstakim bir insan, “ev”de yetişir; mazbut, sevgi dolu, aile mefhumun yaşandığı bir evde…

“Kalbinin” ifadesini atlayıp geçemeyiz tabii ki… Kalbi, ruhu kötürümleşmiş; aşk, vecd, şefkat ve merhamet yoksunu bir gençlikten hangi yüce davaların sahibi olmasını bekleyebiliriz ki? “Bizim Yunus”un dediği gibi: “Dinleyin ey yarenler aşk bir güneşe benzer/ Aşkı olmayan âdem misali taşa benzer/ Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter/ Nice yavaş söylese sözü savaşa benzer.” Nitekim Üstad, bu aşk ve vecdi daha açık ifadelerle dile getirir: “Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik…”

Üstad, dini açıklarken, onun aşk ve vecdle sahiplenilmesi gerektiğini, bu sahiplenmeyle birlikte sanki dinin edebiyata, sanata, estetiğe yön vereceğini ifade ediyor. Böylelikle din, hayatın her yönünü kuşatan bir bütün olarak algılanıyor. Üstad ifadelerinin devamında bunu daha çarpıcı bir biçimde açıklıyor: “Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk’ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...”

Kuşkusuz hitabede en dikkat çeken, hepimizin hafızlarına kazınan şu cümleler: “‹Kim var?› diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‹ben varım!› cevabını verici, her ferdi ‹benim olmadığım yerde kimse yoktur!› fi krini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...”

Burada gerçekten ifade değeri yüksek bir fedakarlık çağrısı var. Zaten fedakarlığın olmadığı yerde bir davadan da bahsetmek mümkün değildir. Üstad hayatı boyunca böyle bir fedakarlığı göstermiş, bu konuda müşahhas bir örnek olmuştur. Kendisi bir adanmışlık duygusu içinde ömrünü tüketmiştir. Dolayısıyla böyle bir fedakarlığı ideal gençliğinde de görmek istemektedir. Nitekim bunu hitabenin sonunda kendisi de ifade etmiştir: “Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım.”

Din, dil, tarih, akıl, düşünce, fedakarlık; bunlar Üstad’ın hitabesinde dikkati çeken önemli hususlar… Bu bakımdan hitabe oldukça kuşatıcı ve ufuk verici…

Üstad Necip Fazıl’ın İstiklal Marşı’na alternatif olarak bir şiir yazdığı biliniyor. Acaba Gençliğe Hitabe de bir alternatif düşüncesinin ürünü müdür, merak ediyor insan. Hatta iki hitabe arasında bir karşılaştırma yapma isteği bile uyanıyor insanın içinde.

Ben bu konuda sadece şunu söylemek istiyorum: Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi tek bir konu etrafında dönüyor: cumhuriyeti ve istiklâli muhafaza ve müdafaa. Dolayısıyla metinde, yazıldığı “dönemsel şartlar” kendini fazlasıyla hissettirmiş, devleti korumaya ciddi bir kudsiyet atfedilmiştir. Hatta metne göre tek kutsal olarak görülmüş, mevcudiyet ve istikbâlimiz yani varlığımız ve geleceğimiz tek bu amaca bağlanmıştır.

Bu açıdan bakıldığında, din, dil, manevi ve milli değerler, düşünce, sanat, edebiyat gibi konulara değinilmemiştir. Hâlbuki varlığın ve istikbalin teminatı kanaatimce bunlardır; devlet korunmuş ama içi boşalmış ne kıymeti var ki! Üstad’ın dediği gibi bu, cumhuriyeti madde planında koruyup mana planında ebedi helake mahkum etmek değil midir? Bu bakımdan ben, gençliğin her fırsatta göreceği ve ezberleyeceği bir hitabede bu unsurların yer almasını ve devleti muhafaza ve müdafaa fi krinden öte çok daha geniş bir ufkun verilmesini beklerim.


Mesut Kaya'ın Yazısı.