Abide Şahsiyetlerden; Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu

 Konya’daki manevi öncülüğü ve mimarlığından dolayı kendisi “İkinci Mevlana” olarak anıldı... Zamanının önemli bir alimi tarafından “Zirvesine ulaşılamayacak kadar büyük bir dağdır” dendi... Bütün üstün özelliklerine ve hatta devlet büyüklerinin kendisine hürmetine rağmen, tevazusundan şaştığı görülmedi. Bir abide şahsiyet, bir insan mühendisi; Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu.

1889 yılında, Konya’nın Sedirler Mahallesinde dünyaya gelir. Babası büyük bilginlerden Hacı Veyis Efendi’dir. İlk eğitimini babasından alır. (Dikkat ediyor musunuz? Hayatlarını aktarmaya çalıştığım abide şahsiyetlerin hemen her biri ilk tahsilatlarını babalarından almışlar.) Çok küçük yaşlarda hafızlık yapar. Daha sonra babasının müderrisliğini yaptığı Adliye Medresesi’nde tahsile başlar. 18 yaşında zamanın önemli alimlerinin önünde icazetini alır.

Mustafa Kurucu Efendi, medrese ilimleriyle yetinmeyip Zeynelabidin ve Ahmet Ziya Efendiler’den, Hesap, Hendese, Kozmografya gibi müspet ilimler de tahsil eder. 22 yaşında, zamanın en modern medresesi olan Islah-ı Medaris’te tedris hayatına atılır ve burada pek çok talebe yetiştirir. Medreselerin lağvedilmesi üzerine Pirî Mehmet Paşa Camiinde imam ve hatiplik yapar. Ayrıca Merkez Vaizliği görevinde bulunur.

Ülkemizde İmam-Hatip okullarının açılmasından sonra, bütün mesaisini Konya Merkez İmam-Hatip Okulu’na verir. Bu okulun kuruluşunda büyük hizmetleri geçer. Vefatına kadar da bu okulda hocalık yapar. Konyalı ‘eskiler’ bu hâliyle kendisini özellikle hatırlarlar.

Sabah namazından sonra Aziziye Camisi’nden verdiği vaazlar büyük bir ilgi ile takip edilir. Türkçe, Arapça ve Farsçasının çok kuvvetli olduğu bilinen Veyiszâde Mustafa Kurucu Efendi, halkın engin sevgisini kazandığı halde, herhangi bir kitap yazıp neşretmez. Böyle bir istekte bulunanlara verdiği cevap ise hayli ilginçtir; “Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir kalp bulunmaz!”

Daha önce bu sayfalarda kaleme aldığım Ali Ulvi Kurucu, yeğenidir. Bir gün aralarında şöyle bir konuşma geçer. Ali Ulvi Kurucu “Amcacığım memleketimizden haberimiz pek olmuyor, her şey battı, bitti biliyoruz. Bundan dolayı hayret etmiş bulunmaktayım” der, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ise ağlayarak, “Batmadı da, bitmedi de elhamdülillah. O devirler bir kefaret dönemleriydi, borcumuz vardı ödedik. Ödeyebildiğimiz kadarıyla ödedik. Kapı az aralanır gibi oldu, bir ışık gözüküyor. Bir damla ışık, bir sürü yeri ışıtır değil mi? Işıyacak, ışıyacak…” der.

Sosyal hayatın her alanında kendisini görmek mümkündür. Okul-cami yapımında, Kızılay için seferberlik başladığında, kurucuları arasında bulunup fahri üyesi olduğu Tayyare ve Çocuk Esirgeme Kurumlarının bir organizasyonunda; hastanelerin, dispanserlerin, aşevlerinin temel atma merasimlerine ve daha bir çok şeye yetişmeye çalışır, soyadına uygun bir şekilde. Kendisine birçok defa müftülük ve diğer makamları teklif edenlere her seferinde O: «Ben, İslam’ın alelade bir hizmetkârıyım; Rabbim Allah’ım beni bu hizmetten ayırmasın» demekle iktifa eder.

“Oğlum, bugünün kerameti, hizmettir. Bugünün velisinin, evliyasının kerametini, İslam’a yaptığı hizmetlerle ölçün!”

Boş vakit diye bir şey yoktur hayatında. Ders verdiği imam-hatip okulunda teneffüs verildiğinde kahvesi yapılırken iki rekatlık namaza duran biridir O. Hayrettin Karaman Hoca’dan öğreniyoruz, “45 dk’lık bir derste sınav yapması gerektiğinde “boş boş bekleyemem” der sınıfta serer seccadesini namaza dururdu.” Yine kendisine yakın kişilerin söylediğine göre, yemek yerken veya kahvaltı yaparken dahi ya eğitim verir ya da bir kitabı mütalâa eder.

Artan rahatsızlığına “şeker” teşhisi konulunca «Rabbim Allah’ıma şükürler olsun, hastalığımı dahi şeker verdi. Tatlandık. Hamdolsun O’na» diyecek kadar muzip ve ehli tevekküldür.

Bir gün keramet ile ilgili bir mevzu sorarlar Mustafa Efendi’ye, “Oğlum, bugünün kerameti, hizmettir. Bugünün velisinin, evliyasının kerametini, İslam’a yaptığı hizmetlerle ölçün” der ve devam eder: “Ne yaptı, ne yapıyor; dinimize hizmet için, Müslümanlara ne öğretiyor, ne anlatıyor, onları nereye sevk ediyor? İslam’a hizmet edecek insanları yetiştiriyor mu? Aşırılıkları, ifratları, tefritleri gideriyor mu? Her hizmete gönüllü oluyor, şandan şöhretten uzak duruyor mu? Hülasa her an hizmet için nöbette, bir hazır asker mi? İşte evladım, bugünün işi de kerameti de, dine ve Müslümanlara hizmettir. Siz ona bakın. Kim böyle hizmet ediyorsa, Allah’ın veli kulu, işte odur…’’

Kendisi hakkında çokça güzel haslet anlatılır. İnsanları severken ayrıma tabi tutmadığı gibi. Müslümanlara ne kadar ilgi gösterirse, inanmayanlara da aynı ilgiyi gösterdiği gibi. Mesela çokça selam verdiği anlatılır. O kadar çok selam verir ki, onun yaklaştığını görenler vereceği selamı almak için özellikle beklerler. Şöyle diyor kendisi: “Selam, Cenab-ı Hakkın kulları arasında bir şifredir. Allah, isminden bir ismi yere göndermiştir. Fevkaladelilik vardır. Efendimiz için kanundu selam vermek. Akıl baliğ olmayan çocuklara bile selam verirdi.”

Mehmet Ali Uz Bey, “Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve Ailesi” adlı eserinde “Hoca Efendi, zamanında pek çok hayır derneğinin ya başkanı, ya yönetim kurulunda görevli veya fahri üyesi idi. Her hayırlı işte O’nun hizmeti ve himmeti vardı. İmam-Hatip Okulu’nun, hastanelerin, yurtların, Kur’ân kurslarının, cami ve mescitlerin inşasında ilk yardımı, kendileri yapar, ondan sonra cemaatin yardımını isterdi.” der.

1960 yılının ilk aylarında rahatsızlanır. 5 Şubat günü cenaze namazı Kapı Camii’nde her faniye nasip olmayacak sayıda kalabalık (40 bini aşkın) bir cemaat ile kılınır, tabutu gidilecek mesafe çok kısa olmasına rağmen uzun süre eller üzerinde taşınır ve Konya’da Üçler Mezarlığı’na defnedilir. Allah rahmet etsin.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.