Rabbim söylerken güzel söyleyebilmeyi, güzel söylemeye alışmamayı, alışıp sıradanlaşmamayı, tekdüzeleşmemeyi, muhatap olduğumuz her nesne ile Efendimiz gibi muhatap olabilmeyi nasip eylesin.

Birisi bana bir şey söylesin. Güzel bir şey söylesin. İçinde kendisi olan bir şey. İnandığı ve yaşadığı bir şey...

Sözün inanılarak söylenilenini sevdim şimdiye dek. Şüphesiz şimdiden sonra da böyle olacak.

Camideki bıkkın, bezgin imamın sesinden yoruldum. Sadece hutbenin sonunda para toplanacağını duyuracağı zaman içtenlikle, önemseyerek, kelimelerini yankı bulabilecek tarzda ağzından döken imamlardan bıktım.

İsterim ki, sözler göğsümüzden gelsin. Farsçası ile söyleyecek olursak ‘ez ber’den.. yani göğüsten..

Ne kötü ki, ezber demek artık içtenliksizlik anlamına geliyor.

Ah yarabbim, ‹bu nasıl dünya hikayesi zor, mekanı bir satıh!›

Karışmış her şey. Kurt kuzulara çoban olmuş. Kötüler ahlak dersi vermeye başlamış. Müstehcenlik yayıcılar ‹müstehcen› kelimesini mide bulandırıcı bulduklarını söyleyebilir hale gelmişler. Yaptıkları işin müstehcen neşriyat diye isimlendirilmesine utanmadan karşı çıkıyorlar.

Maksadım şikayet değil.

Sadece demek istiyorum ki; insan sahici olanı özlüyor böylesi anlarda.

Aslı ile yapmacık olanın karıştığı; iyi ile kötü olanın ayırd edilmesinin zorlaştığı bir dönemde insan daha çok özlüyor ‹asli› bir sesi. Asli bir duruşu.

Gördü mü teslim olası geliyor. Görmedi mi özlüyor.

‹Güzel olan hiç bir şey hülasa edilemez› demiş Valery.

Güzel’in kaynağı ‹Güzel›dir de onun için mi acaba hülasa edilemez.

Gözümüz güzel olanı görmek ister. Sadece hissetmek yetmiyor mu acaba. Yani güzellikleri fiiliyata da geçirmemiz gerektiği anlamına mı geliyor bu?

Ve zor mudur güzel olan bir hissi, bir hali eylemlerimize, işlerimize aksettirebilmek.

Tam da geçiriyorum derken niyeti bozulabilir mi mesela insanın?

Bu bozulmadan kurtarabilmesi insanın kendisini kolay mıdır?

Sahici, içtenlikli sözler duymak, okumak istiyorum.

Bazı güzel görünümlü kelimeler ürkütüyor beni. Tedirgin ediyor.

Kelimelerin sıradanlaşması ne kötü şey!

Yapay gülümsemeler, resmi saygı göstermeler... Birbirlerini hissetmeyen, fark etmeyen insanlar. Hal hatır sormanın sadece sormakla kalacağını, sorulan hatırın kimi sorumluluklar doğurabileceğini sanki hiç bilmezcesine hal hatır soran insanlar. Binlerce, on binlerce insanlar. Ne tebessümü, ne ağlamayı keşfedemeyenler..

Kahkaha ile tebessümün farkından bihaber yaşayıp tebessümün açtığı güzellikleri göremeyenler, zırlama ile ağlamanın farkından habersiz ağlamanın güzelliklerini kaçırıverenler...

Dilimde o unutulmaz ezgi:

“Bir sabah bir güvercin

boynu bükük ve yaslı

giden savaşçıların ardından ağladılar ağladı

solmayan umutlarla kuşatarak dünyayı

kazıyıp gökyüzüne bitmeyen sevdayı

çelik yürekleriyle

eğilmeden yıkılmadan gidenlerin ardından

ağladılar ağladı”

Rabbim söylerken güzel söyleyebilmeyi, güzel söylemeye alışmamayı, alışıp sıradanlaşmamayı, tekdüzeleşmemeyi, muhatap olduğumuz her nesne ile Efendimiz gibi muhatap olabilmeyi nasip eylesin. Efendimizin yağmur damlasına ‘‘Bu Rabbimden yeni geliyor’’ deyip tazeliğe göğsünü açması gibi hep bir tazeliğe göğüs açabilmeyi, diriliği dileyebilmeyi, diri olabilmeyi, uykuyu bile “alimin uykusu” eyleyebilmeyi, güzel söylemekten güzel eylemeye geçebilmeyi nasip etsin...

Bana da… “Ahir zaman güzelleri” kardeşlerime de…


Asım Gültekin'ın Yazısı.