Bilim değer görmediği yerden göçer. Göçtükten sonra geride çorak bir arazi bırakır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9)

Her sabah uyandığımızda yepyeni bir dünyaya gözlerimizi açıyoruz. Çünkü bilim takip etmekte bile zorlanacağımız kadar hızlı gelişiyor. Bir yandan biyolojik gelişmeler diğer yandan fi ziksel gelişmeler ve daha birçok bilim dalındaki yeni keşif ve icatlar yükselen bir ivmeyle sürekli artmaya devam ediyor. Peki tüm bu değişim sürecinde biz, Ümmet-i Muhammed olarak hangi konumda yer alıyoruz? Ya da hangi konumda yer almalıyız?

İlk sorunun cevabını vermemize gerek yok sanırım. Çünkü etrafımıza bakarak pekâlâ cevabı kendimiz bulabiliriz. Cebimizde Nokia’lar, iPhone’lar, elimizde tablet bilgisayarlar. Kısacası bir elimiz yağda bir elimiz balda. Bu rahatlık bizi kullandığımız cihazların nasıl çalıştığını merak edip araştırmaktan alıkoydu. Üzümünü yiyip bağını sorma zahmetine girmiyoruz. Bu gafl et hâlimiz de doğal olarak bizi gelişen bilim ve teknoloji karşısında izleyici konumuna indirgiyor.

Bu tembelliğimizin bedelini ödüyoruz ve eğer böyle devam edersek ödemeye de devam edeceğiz. Çünkü bu insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur. Bilime değer veren milletler daima diğerlerine üstün gelmişlerdir. Bu değişmez bir gerçektir.

Müslümanların Altın Çağı

Araplar Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in mukaddes elçiliği vesilesiyle tanıştığı İslâmiyet’in etkisi ile eskisine nazaran daha kültürlü ve bilinçli hâle geldiler. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in “İlim müminin yitik malıdır, nerede olsa alır.” hadisini kendilerine düstur edinen Müslümanların ilime olan ilgileri günden güne artmıştır. Müslümanların Arap Yarımadası’ndan hızla dünyaya yayılmalarında ilime verdikleri değer büyük rol oynamıştır.

Asr-ı Saadet’ten sonra Müslümanlar ikinci altın çağını Halife Me’mun döneminde yaşamışlardır. Halife Me’mun bir yandan mezhep çatışmalarını sona erdirmeye yönelik çalışmalar yaparak Müslümanların içteki birliğini sağlamaya çalışırken bir yandan da bilim ve sanat faaliyetlerine ağırlık verip halkın refah düzeyini arttırmaya çalışmıştır. Bilime çok değer veren Me’mun müthiş bir tercüme hareketi başlatmıştır. Bu tercüme hareketiyle Yunan bilim adamlarının yazdıkları eserler hızla Arapça’ya çevrilmiş ve bu sayede Müslümanların eğitim seviyesi süratle yükselmiştir.

Kısa sürede tercüme edilen eserlerdeki bilgileri kavrayan Müslümanlar, Yunanlılardan aldıkları bilgileri eleştirebilecek hatta daha doğrusuyla değiştirebilecek konuma gelmişlerdir. Yitik malına kavuşan Müslümanlar bununla da yetinmeyip yeni aletler geliştirmişler ve tarihe geçecek birçok coğrafi k ve astronomik ölçümler yapmışlardır. Özellikle hassas bir şekilde yapılan astronomik ölçümlerde Halife Me’mun döneminde dünya üzerinde ilk defa kurulan rasathanelerin büyük bir payı vardır şüphesiz.

Yitik Malımızı Yitirdik

15. yüzyıla gelindiğinde ne yazık ki Müslümanların bilime verdikleri değer çok azaldı ve bu yüzden gelişmeler neredeyse durma aşamasına geldi. Fakat bu hâlimizle bile bilimsel olarak Batı’dan kat kat öndeydik. Ta ki Avrupalılar da bizim gibi bir tercüme hareketi başlatana kadar.

Müslümanların kütüphanelerindeki bilimsel kitapların zenginliğini fark eden Batılılar bu eserleri kendi dillerine tercüme etmeye başladılar. Tarih kitaplarında Rönesans olarak geçen aydınlanma hareketinin temellerini tercüme edilen bu eserler oluşturmuştur. Fakat Batılıların Müslümanların ulaştıkları ilmi seviyeye yükselmeleri daha uzun sürmüştür. Çünkü Avrupalılar İslâm gibi bilimi destekleyen bir dine mensup değillerdi. Kilise sürekli bilimsel gelişmelerin önünü tıkamış ve bilim adamlarını engizisyon mahkemelerinde yargılamıştır. Kilisenin bu baskıları bilimsel gelişmeleri yavaşlatmış fakat durduramamıştır. Daha sonra bilim adamlarının çabalarıyla Avrupa’da bilim hızla gelişmeye başlamıştır.

Günümüzde ise Batı’nın bilimsel üstünlüğü halen sürmektedir. Özellikle gelişen uzay teknolojisiyle birlikte gayri müslimler uydularla dünyayı karış karış dikizliyor, uzun menzilli füzelerini ve insansız hava araçlarını uydular üzerinden gönderdikleri sinyallerle yönetiyorlar. Yine uydulardan dünyaya gönderdikleri değişik dalga boylarındaki ışınlarla tüm yer altı zenginliklerinin tespitini yapabiliyorlar.

İçinde bulunduğumuz gafletten bir an evvel kurtulup tekrar bilime sarılmalıyız. Bilimle ilgilenmiyorsak bile bilimle ilgilenen kardeşlerimizi desteklemeliyiz. Yoksa Filistin’de, Çeçenistan’da, Suriye’de, Afganistan’da, Pakistan’da analar ağlamaya, yüreklerimiz dağlanmaya devam eder. Unutmayın. Bilim değer görmediği yerden göçer. Göçtükten sonra geride çorak bir arazi bırakır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9)


Muaz Erdem'ın Yazısı.