Ölümü bilmeyen hayatı bilemez. Hayatı yaşayabilemez. Yaşaya-bilmek, yaşamayı bilmek için ölümün nefesini ensemizde hissetmemiz şart. O zaman bize sunulan her günün, ahirette saadetin kapılarını aralayabilecek birer fırsat olduğunu biliriz.

Hacı Bayram’ın yokuşunu, Bentderesi istikametinden çıkmaya başladığınız zaman, karşınıza sıra sıra dükkanlar çıkar. Eski Ankara kimlikli bu dükkanlardan çoğu cenaze levazımatçısıdır. Ve biz yaşayanların yolu ölümle pek de sık kesişmediğinden midir nedir, camlarına astıkları reklam cümleleri biraz farklı gelir gözümüze.

Şimdi ölüm nerden çıktı? Aslında o hep vardı. Aldığımız her nefesin bizi ölümümüze, kendi kıyametimize götürdüğünü vs. hep biliriz aslında. Fakat hayata geçmeyen her bilgi, kuru bir yük olarak omuzlarımızda tüneyip kalıyor.

Biz zannediyoruz ki ölümü hatırlamak, bir kenarda uyarı işareti olarak tutmak yüzümüzü asar, hayattan zevk almaz hale geliriz. E bir de gençken, ölüm ne alaka? der dururuz. Fakat öyle değil. Birincisi ölüm genç yaşlı demiyor. İkincisi ölüm şuuruna en çok gençlik zamanlarında ihtiyaç duyuluyor.

Şimdi bu satırlardan devam ederek Kore’ye kadar uzanalım. Dizileri ve çekik gözlü oyuncuları ile genç kızlarımızın gönlüne taht kuran Kore. Kore’de yapılan bir cenaze töreni uygulamasına gidelim. Teneşir Turizm’in en direk uygulayıcılarına.

Kore’de gençler arasında intihar oranı çok yüksek. Bu da sigorta şirketlerini epey zarara sokuyormuş. Bir sigorta şirketi, insanın ömrünü ortalama 50-60 yıl olarak hesaplayıp, gelir dengesini ona göre kuruyor. Fakat müşterileri çok daha erken yaşta intihar edince, adamlar zarar ediyorlar, denge bozuluyor. Tabi kimse zarar etmek istemez. İşin iç yüzünü araştırdıklarında büyük şehirlerin temposuna uyum sağlayamayan gençlerin intihar ettiği sonucuna ulaşılıyor. İşte buradan sonrası bizim turizm şirketine ilham veren uygulama. Şirketler intihara meyilli gençleri tesbit ediyorlar. Onları kendi cenazelerine davet ediyorlar. Ve kendi cenazesinde okunmak üzere bir de mektup yazmasını istiyorlar.

Loş bir ortam. Cenazenizde kim olacaksa onları davet etmişsiniz. Ortada bir tabut. Tabutun içinde yatıyorsunuz. Tabutun önünde adınız yazıyor. Sizin seçtiğiniz bir resminiz, salondaki davetlilere bakıyor. Sizi sevenler orada hazır bekliyor. Onlara bir sesleniş olarak yazdığınız son mektubunuzu okuyor birileri. Onun sesini duyuyorsunuz. Fakat tabut kapalı. Ne kalkabiliyorsunuz, ne hareket edebiliyorsunuz. Bir süre sonra ayak sesleri duyuyorsunuz, ağlamalarla birlikte. İşte sizi seven herkes yavaş yavaş salonu terk ediyor. Siz o tabutun içinde toprağa konacağınız anı bekliyorsunuz.

Şaka değil. Şirket bu uygulama sayesinde birçok genci intihardan döndürmüş. Benzer bir uygulama geçtiğimiz aylarda medyaya yansımıştı. Rusya’da birkaç yüz dolar karşılığı insanlar diri diri toprağa gömülüyor, bir müddet sonra da çıkarılıyorlardı.

Ölümü bilmeyen hayatı bilemez. Hayatı yaşayabilemez. Yaşaya-bilmek, yaşamayı bilmek için ölümün nefesini ensemizde hissetmemiz şart. O zaman bize sunulan her günün, ahirette saadetin kapılarını aralayabilecek birer fırsat olduğunu biliriz. İntihar şöyle dursun, muhtemelen surat asmaya bile çekiniriz.

İşte bu sebeple bu cin fikrin Türkiye ayağı olarak Teneşir Turizm’i kurma düşüncesindeyim. Kefen üreticileri, mezarlık müdürlükleri, hayat sigortası şirketleri vs. her tür sponsorluğa da açığım. Teneşir Turizm yolcuları kalmasın, ilk durağımız Karacaahmet.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.