Buharı tüten baharatlı Arap pilavının üstünde tel tel dökülen deve eti hamburgere köfte olmuş. Bedevi çadırını terk etmiş. Devletin verdiği evde otururken çocukları deve sürmeyi unutmuş. Cip kullanmaya başlamış. Güneş sonsuz çöller yerine dünyanın en yüksek binasında parlıyor.

Çöl. Kum tepelerinin sesi. Yalancı siste yankılanan bir çığlık. Ufka giden yol. Tek bir kalp atışı…

Birkaç saattir manzara hiç değişmedi. Güneşten kavrulan kum tepeleri, boşlukta yansıyan ışıklar. İnsan yolunu nasıl bulur? Çölün sessizliğini bozan taş binaları, göğe uzanan gökdelenleriyle bir şehir belirdi ufukta. Çöl yetmemiş. Denize kocaman bir palmiyenin gölgesi vurmuş. Toprakla doldurulup, beş yıldızlı oteller, şık apartmanlarla süslenmiş. Dünyanın en büyük alışveriş merkezleri yapılmış.

İsviçre’ye kayağa gitmeye gerek yok. Mall of Emirates’de isteyen dükkânları keşfederken parmak arası terliğimi çıkarıp kiralık botları ayağıma geçirdim. Penguenlerin* arasında koşturan Arap çocukları, buz üstünde durmaya çalışan şaşkın abayeli kadınlar, kayak yapmaya çıkan gençler ve sıcak bir yaz gününde alışveriş merkezinin camlarına yapışmış yağmayan karı izleyen şortlu, Arap entarili bir kalabalıkla beraber kışla buluştum.

Atlantis kayıp şehir, İnka tapınaklarında kan yerine heyecan akıyor. Dik kaydıraklardan atlarken çığlık atmamak imkânsız. Köpek balıklarının cirit attığı havuzda cam tüp içinden geçmek kimileri için hiç de kolay değil. Daha az heyecan isteyenler büyük simitlere oturup kendilerini suyun akışına bırakıyorlar. Başlangıçtaki sakinlik sadece bir aldatmaca karanlık düşüşler, şelaleler ve cam arkasında sırıtan köpek balıkları oyunun gerçek yüzü. Her zaman bikinililere ev sahipliği yapan tatil beldelerinden farkı kumsalın ve kaydırakların haşemalarla dolması. Yunusların cildine dokunmak, ıslak dudaklarını yanağımda hissetmek, sadece kollarımı açıp kıpırdamadan onun gelmesini beklemek ve bir yunusla göz göze gelmek, muhteşem bir duyguydu.

Rengârenk hazırlanmış develere bindik. Kırmızı şalı kafama doladım sarkan ucuyla peçe yaptım. Kamçımı havalandırdım. En önde ileri atıldım. Bir şahin havada yemini yakaladı. Bedevi çocuklar zayıf hayvanlarını suya götürüyordu. Beni gören yerli kadınlar bakır peçeler ardından kıkırdadı. Güneş ufku kızıla boyarken durduk. Bir bedevi ailesinin misafiriydik. Ateş başında kahveler içildi. Şişa* fokurdadı. Gerçek safari böyle olmalıydı. Oysa biz son model ciplerle çöle çıktık. Lastiklerin havası indirildi. Kum tepelerini aştık. Tozu dumana katarak yanladık. Şişman ve neşeli şoförümüz Kenyalıydı. “Cambo*” diyerek selamlaştık. Pop müzik açıp çocukları coşturdu. Bir anda Südeysi’nin sesi doldurdu arabayı ve Rahman Sûresi’ni okumaya başladı. Kum tepelerinde durduk. Bir şahin havalandı havalanmasına ama ipe bağlanmış ölü bir kuş yakaladı. Çocuklar kum tepelerinden aşağı yuvarlandı. Birkaç kişi tepeye tırmanmayı denedi. Güneş ufku kızıla boyarken Bedevi çadırlarına vardık. Yer sofralarında yemekler yendi. Bileklerde kınadan sarmaşıklar dolandı. Süslenmiş develer sadece poz vermek içindi.

Çiçeklerle bezenmiş sokaklardan geçerken çölde olduğuna inanmak mümkün gözükmese de şehir yemyeşil. Eski şehir dar yolları, İran’a ait havalandırma kuleleri ve haliçte gezinen Abralarla* modern Dubai’nin içinde sıkışıp kalmış. Buharı tüten baharatlı Arap pilavının üstünde tel tel dökülen deve eti hamburgere köfte olmuş. Bedevi çadırını terk etmiş. Devletin verdiği evde otururken çocukları deve sürmeyi unutmuş. Cip kullanmaya başlamış. Güneş sonsuz çöller yerine dünyanın en yüksek binasında parlıyor.

*Penguenler sadece bir aylığına getirilmişlerdi.

Şişa: Nargile

Cambo: Kenya dilinde merhaba

Abra: Yerli kayığı


Hande Berra'ın Yazısı.