Çift Kanatlı İnsanlar Yetiştirmek Lazım
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin Okur bir akademisyen olmanın ötesinde kelimenin tam anlamı ile sosyal müteşebbis denilebilecek bir gönül ve hizmet insanı. Kendini bildi bileli öğrenci faaliyetlerinin içinde bulunuyor. Gençlerle ilgili ondan fazla dernek, vakıf ve platformda görev alan Okur son dönemde çalışmalarını kariyer ve gençlik üzerine yoğunlaştırmış. Kendisiyle bunu konuştuk.
Bir akademisyen olarak gerek okul ortamında gerekse sosyal hayatta öğrencilerle muhatap oluyorsunuz. Gençlerle ilgili genel izlenimlerinizi alarak başlayalım isterseniz…
Aşağı yukarı bine yakın arkadaşla muhatap oluyorum her hafta. Gerek ders manasında gerekse farklı gruplar anlamında görüşüyoruz. Bu bize bir nabız tutma imkânı veriyor. Yaşımız ilerliyor ama görüştüklerimizin yaşı ilerlemiyor. Yani hep belli bir döneme gelmiş olan öğrencileri görüyoruz. 80 doğumluları gördük, şimdi ise 90 doğumluları görmeye başladık. Özellikle 3. ve 4. sınıftan itibaren bu arkadaşların bir “kariyer” derdi, gelecek sıkıntısı çektiklerini müşahede ediyorum. Kariyer bir takıntı hâline gelmeye başladı.
Bir nevi putlaşıyor yani…
Aslında put olan kariyer değil. Neticede onun vasıtasıyla ulaşılmak istenen şey. Bu biraz da dini bir arka plan gerektiren bir soru. Put, Allah ile kul arasına giren şeye denir. Bu manada kariyeri bir put olarak göremeyiz. İnsanlar rahat yaşamak istiyor. Para, şöhret, makam, ayrıca devamlı genç kalmak istiyorlar. Bu anlamda para, önemli bir unsur haline geliyor. Bunun için de kariyer lazım gibi algılanıyor. Bu manada değerlerimiz açısından bir erozyon ile karşı karşıyayız. Bunu ele alırken şöyle özetliyorum: Sanayi devrimiyle birlikte üretim-tüketim ilişkisi değişmiştir. Üretimin kıt olduğu zamanlarda üretmek kıymetliydi. Fakat bugün üretim fazla ve tüketim ön plana çıkıyor. Bugünkü en büyük değişim, üretmenin değil de tüketmenin kıymetli hâle gelmesidir. Tüketen insana kıymet verilmesidir. Tüketim için para lazım olduğundan, birinci faktör kariyer olmuş oluyor. Ülkemizde de 40-50 sene öncesine gidersek bu değişim ve dönüşümü daha net görebiliriz. Çünkü insan tavırlarına yansıyor. Eskiden bayramlık ayakkabı alınır ve çocuklar ayakkabılarına sarılıp yatardı. Böyle enstantaneler yok artık. Şimdi her renk, her cins ayakkabısı var çocuğun, hangi birine sarılıp yatacak? Bisiklet çok kıymetliydi. Şimdi her sezonda bir-iki bisiklet alınıyor çocuklara. Kıymet kalktı ortadan. Bu şekilde yetişen çocuğun davranışları tabi ki önceki kuşaklar gibi olmayacak…
“MİKRODALGA FIRINDA GÜVEÇ PİŞMEZ!”
Yani kariyer hedeflerinin altyapısını iyi okumak gerekiyor öncelikle…
Burada kariyerin mana olarak bir suçu yok. Neticede kariyer bir takım hedeflere ulaşmadır. Bu anlamda bir meslek tercih edersin ve yükselmeyi hedeflersin. Bu meslek seni bir yerlere taşır fakat tüketim ön plana çıktığı zaman tükettiğinle kıymetli hale geliyorsun. Araba markanla, giysi markanla, oturduğun evle, yaşayış tarzınla, makamınla kuvvetli hale geliyorsun. Tehlikeli olan budur. Bunlar için kariyer istersen, yani, hedefin başarılı olmak değil de bunlar ise, bil ki, asla mutlu olamayacaksın.
Şu an gelinen nokta “Üç tane saatiniz varsa ben bu adama nasıl dördüncüsünü satabilirim” noktası…
Evet. Biz ona pazarlama diyoruz. Bu da sürecin bir devamı… Bu pazarlama bize şunu getirdi aslında, bir şey yeni çıkmışsa onu almak zorundayız. Almazsak mutsuz olacağız. Çünkü varlığımızı böyle ispatlıyoruz artık. Halbuki bu topraklarda asıl değerli olan şey yokluğunu ispatlamaktır. Varlığını ispat etmeye çalışan insanlar mı yokluğunu ispat etmeye çalışan insanlar mı, hangisi daha kıymetli? Varlığını ispat ederek ne tarafa yükselirsin yokluğunu ispat ederek ne tarafa yolculuk yaparsın? Bir tarafınki firavunluktur bir tarafınki de Hallac-ı Mansurluktur…
Peki nasıl kurtulacağız?
Buradan kurtulmanın bir tek yolu vardır. Bizim topraklarımızda, bizim değerlerimizde olan bir anlayışı harekete geçirmek. Bir ihtimal buradan bu yolun akışını değiştirebiliriz.
Babaanne üstünden çok giderim örneklerimde. Çünkü babaanne üretim jenerasyonunun insanıdır. Babaannenizin evinde telefon var mı? Var. 1960 yapımı parmak çevirmeli telefon. Peki o telefon hâlâ kullanılır mı? Hâlâ kullanılır. Babaannen elli senedir o telefonu kullanıyor. Sen 3-5 senedir kaç telefon değiştirdin? 3-5 telefon değiştirdin. Görüyor musun değişimi? İşte, üretim jenerasyonundan tüketim jenerasyonuna geçiş budur.
Bir örnek daha vereyim: Babaanneler hiçbir şeyi atmazdı. Bir paket hediye götürürsün onun kağıdını ayrı tutar, çantasını ayrı koyar, bağını da ayrı koyar. Biz nasıl açarız paketi? Açarız, yırtarız ve bütün hepsini atarız. Bu bir davranış tarzıdır. Biz çünkü atmaya endeksliyiz. Atıp yenisini alırız biz. Ama babaanne o kağıdı da, o lastiği de, ayrı bir yerde kullanmak üzere saklar. O tüketim değil üretim insanıdır. Biz artık tüketim insanıyız. Bu ilişkilerimize de yansıyor. Biz ilişkilerimiz bozulduğu zaman tamir etmiyoruz, atıyoruz. Biz okulumuzu bırakırız, biz işimizden istifa ederiz, biz arkadaşımızdan ayrılırız, biz eşimizi boşarız. İlişkileri tamir etmeye uğraşmayız. Halbuki tamircilik bir Peygamberlik mesleğidir. Toplumda tamircilik öne çıkması lazım. Tamircilerin ortadan gittiğini görüyoruz. Şairin tabiriyle “güzel insanlar güzel atlara binip gittiler.” Artık tamircilik devri kayboluyor, artık devir; at eskisini al yenisini devri…
Buradan sözü kariyere bağlayacak olursak tekrar, sabırsızız, insanlar kariyerleri için sabır göstermiyorlar. Meslekleri için sabır göstermiyorlar. Çok çabuk yükselmek istiyoruz fakat mikrodalga fırınında güveç pişmiyor. Hızlandırılmış tren vardı hani, bir anda hayata geçirmek istedik fakat hızlandırılmış tren faciası çıktı karşımıza. Bazı şeyler hızlandırılarak olmaz.
Çift kanatlı bir elemanın çalışacağı çift kanatlı bir şirketin de olması lazım değil mi? Bizim iki tarafı da düzeltme gibi bir niyetimiz var. Bir tarafımız işletmelere eğitim veren, işletmelere strateji çizen strateji boyutu, danışmanlık yani, diğer taraf da insan kaynakları boyutu.
Ve genç yaşta zannediliyor ki para, şöhret, mevki bana mutluluk getirecek. Halbuki bunların genç yaşta algılanması mümkün değil. İşin doğrusu, mutlu olamayacakları bir şeyin peşinde koşuyorlar. Çünkü kalpler tek bir şeyle mutmain olur. Bu hâl Leyla ile Mecnun metaforu gibi bir şey aslında. Leyla’ya ulaştıklarında hadisenin aslında Leyla’ya değmediği anlaşılacak. Ama Leyla’ya değmeyince yerine bir şey koymak lazım. İşte o konamamanın boşluğu var bugün.
Yani en büyük kariyer O’na çıkan basamaklardan geçiyor diyebiliriz biz buna…
Aynen. Şunu da söyleyeyim: Bill Clinton geçenlerde konferansa geldi. İki dönem Amerikan başkanlığı yapmış olan bu adam şimdi, yani emekliliğinde açtığı vakıfta, başkan olduğu döneme nazaran çok çok daha mutlu ve huzurlu olduğunu söylüyor. Neyle mutlu oluyor? Bizim tanımımız ile “hayır işleri” ile. Gördünüz mü kariyeri? “
BİR KADININ EN ÖNEMLİ KARİYERİ ANNE OLMAKTIR.”
Buradan kariyer uğruna ihmal edilen çocuklara, dağılan yuvalara dair çok ders çıkıyor aslında değil mi?
Bir kadının en önemli kariyeri anne olmaktır. Başka hiç kimseye verilmemiştir bu çünkü. Bizim dini tabirlerimizle kadına vurgu yapılmaz, anneliğe vurgu yapılır. Kadının ayağının altı öpülmez, annenin ayağının altı öpülür. Anne duası önemlidir. Bu manada baktığımızda, biz aslında en önemli ayrıcalık olarak bize verilmiş kariyeri bir tarafa bırakarak geçici birtakım menfaatler ve 40 yaşından sonra bizi mutsuz edecek birtakım kariyerlerin peşinden koşuyoruz.
İki Yaşında Kreşe Bırakılan Çocuk, Elli Sene Sonra Annesini Huzurevine Bırakmakta Tereddüt Etmez!
Ve daha vahim bir nokta var: Bundan 30 sene sonra kreş çocuklarının ve huzurevi anneleri olacak. İki yaşında kreşe bırakılan çocuk, elli sene sonra annesini huzurevine bırakmakta tereddüt etmeyecektir. İşte kariyer basamaklarını çıkarken bunları da göz önünde bulundurmak gerekir. İşin özü, bozulan fabrika ayarlarımızın yaratılış ayarlarına gelmesi lazım.
Hem para kazanıp, hem de ruhen tatmin olacağımız bir “model” var mı hocam? Meselemizin mihenk taşı bu sorunun cevabında gizli sanki?
“El kârda / Gönül yarda” diye bir söz vardır. Bu bize bir çıkış yolu sunuyor. Para ve bilgi, paylaşılmalıdır. Paylaşılmazsa, insana zarar verir. Paranın da, bilginin de fazlası insanda enaniyet yapar. İnsan için, adımından çok nereye yöneldiği daha önemlidir. Buna vizyon da diyebiliriz. Fakat, bunun en doğru ifade biçimi “niyet”tir. Parayı sadece biz kazanmıyoruz. Rezzak kazandırıyor. İşte birileri kazandırana “kariyer” diyorsa, tehlike orada başlıyor.
Sizin bu konuda alternatif bir çalışma yaptığınızı biliyoruz, biraz bilgi verir misiniz?
20 senedir bizden adam istenir. Aynı zamanda 20 senedir de bizden iş istenir. Bu ikiliyi, profesyonel manada eşleştirmek istedik. Ve DOUBLE WINGS isminde bir şirket kurduk. Çift kanatlı yani… Felsefi bir iddia da barındırıyor altında. Şunu düşündük: İşinde ehil fakat öteki tarafını da ihmal etmemiş kimseler. Böyle bir iddia ile yola çıktığımızın farkındayız. Daha sonra da şunu kattık düşüncelerimizin içine: Çift kanatlı bir elemanın çalışacağı çift kanatlı bir şirketin de olması lazım değil mi? Bizim iki tarafı da düzeltme gibi bir niyetimiz var. Bir tarafımız işletmelere eğitim veren, işletmelere strateji çizen strateji boyutu, danışmanlık yani, diğer taraf da insan kaynakları boyutu. Bunları birleştirmeyi ve bir araya getirmeyi düşünüyoruz… Piyasada 1600 farklı firma var farklılığımız da budur. Bir de şu var: Mesela Mc. Donald’s patatesiyle meşhur olduğunu ifadelendirir ve der ki benim patatesim gibi patates kimsede yok. Bunun için gider Balıkesir’de bir tarlayı alır, orda kendi patatesini ürettirir. Biz kendi tarlamıza ekim yapmak durumundayız. Bugün başlarsak on sene sonra bizim insanımızı, bizim patronumuzu yetiştirebiliriz. Böyle bir niyetle ortaya çıktık. Yani basit bir menfaat manasında değil. Biz ekip dikip büyütmek istiyoruz, boy atıp meyve vereceği yere yerleştirmek istiyoruz. Maalesef ebter tohumlarla karşı karşıyayız, kendi üretemeyen. Biz geçmişimizdeki kendini yeniden üreten o tohumları arıyoruz.
Son ama son soru: Türkçe bir isim bulamadınız mı? Neden DW?
Double Wings International ismi. Dünya insan kaynakları firmaları böyle çalışıyorlar. Globallik boyutu var bu işin. Bunun yanında “one minute” sözüne gösterilen sempatiyi ve sabrı, bizim firmamıza da göstermenizi bekliyorum açıkçası. Glabal bir marka hâline getireceğiz bunu, ama biraz sabır…
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.