Direniş Yerine Buyrun Diriliş`e!
Büşra Nur Karaarslan
Mevzu derin; vakit ve yer de dar olduğundan girizgâh kısmındaki süslü cümleleri bir kenara bırakıp balıklama atlıyorum meydana. Geçen gün değerli bir hocam başından geçen bir olayı anlattı:
Kendisi eğitim bilimleri hocası olmasına rağmen, “sen yaparsın, sen edersin”li nefsi balon gibi şişiren, ego tatminci cümlelerle güç bela ikna edilir psikoloji derslerine girmeye kahramanımız. E ne yapsın adam; aldığı maaş belli, ekonomik şartlar belli, bir de okulda derse girecek hoca olmayınca! (Türk eğitim sisteminin durumu da belli ama konumuz bunlar değil elbet).
Neyse efendim, ders psikoloji olunca ilk konusunun ruh olması kaçınılmazdır. Hoca başlar ezberlediği kitabi bilgileri tekerleme gibi anlatmaya: Ruh; insana hayat veren ve onu düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddi olmayan, ölümsüz varlık. İnsanlık tarihinin belki de ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevk eden…” Tam o esnada, hocanın tabiri ile “İslamcı”(ne demekse!) geçinen bir delikanlı konuyu dine getirip kendince irşat ve tebliğ maksatlı sorar: “Peki hocam, ruh bedene ne zaman üflenmiştir?”
Hocanın cevap vermesine fırsat vermeden, bir başka delikanlı: “Bu çağda ruh üflenmesi gibi bir saçmalığa inanılır mı hiç!” der. Hoca, gençlerin düşünce özgürlüğünü hiç değilse sınıfta gerçekleştirmesi, konuşup tartışmaları, ufuklarını geliştirmeleri için susar. Bir müddet sonra iki gencin de etrafında taraftarları toplanmaya başlayınca, sopalar, tekme-tokatlar konuşacağını anlayan hoca, maksadın hâsıl olmadığını anlayarak ikisini de susturur ve sorularına başlar. İlk soru “İslamcı” yaftalı gencedir:
-Sen ruhun insana üflendiğini nerden çıkardın?
-Biz Müslümanlar böyle inanıyoruz elhamdülillah! (Vurguyla söyler son heceyi delikanlı)
-Peki, nerde yazıyor bu dediklerin, vahiy mi hadis mi ayet mi ne yani? (Çocuğu sıkıştırmak için)
-Küçümser gibi konuşmayın, kitabımızda öyle yazıyor, bilmiyor musunuz hocam? (Bilgiç bir tavırla)
-Hangi kitapta?
-Tabi ki Kuran’ı Kerim’de (Göğsünü gere gere)
-Hangi sayfasında, hadi bize göster kütüphaneden alıp gelelim?
- Şeyy, kemm kümm…
Hoca sorusuna cevap alamayınca, soruları cevaplama sırası ikinci çocuğa geçer:
-Oğlum sen neden “ruh yoktur” diyorsun?
-Ben ateistim, inanmam öyle şeylere, yok Kur-an’mış, yok İncil’miş, yok Tevrat’mış, hepsi hikâye! (Hâşâ)
-Peki, sen okudun mu bu şiddetle karşı çıktığın kitaplardan herhangi birini?
- İnsan inanmadığı şeyi okur mu, okumadım tabi!
Hoca şiddetle:
-Biriniz hiç okumadığı bir kitabı partizanca savunurken, diğeriniz yine hiç okumadığı bir kitabı hoyratça eleştiriyor. İkiniz de gidip güzelce araştırın savunduğunuz fikirleri, boş tenekeden çok ses çıkar, azıcık dolun da gelin! Der ve hikâye devam eder…
Hikâyenin geri kalan kısmı konumuz dâhilinde değil. Burada anlatmak istediğim mesele bambaşka. Ülkemiz gençlerinin savunduğu fikirleri ‘gerçekten’ bilmemesi asıl mesele. Kaytan bıyıkla, kirli ya da uzun sakalla, yeşil ya da siyah montla izm’leri cismen temsil eden günümüz gençleri, “inandım!” dedikleri değerlere “neden inandıkları” sorusunu bir türlü cevaplandıramıyor; karşı savları dinleme gereksinimi bile duymadan, sağdan-soldan duyduğu doğru-yanlış bilgilerle, bulduğu boş meydanlarda tabiri caizse volta attırıyor kelimelerine.
“Ya hep ya hiç, ya sev ya terk et, kızını dövmeyen dizini döver” atasözlerini gerçeğe döküp ifrat- tefrit noktasında uçları yaşıyoruz toplumca. Keskin çizgiler sürekli (islami taviz vermeyi kesinlikle kastetmiyorum) sirke gibi küpüne zar veriyor, ülkede dirlik de birlik de bozuluyor, değer verdiklerimiz de maalesef açık hale geliyor dışarıdan saldırılara.
İşte adam gibi eğitim tam da burada başlıyor. Bizim görevimiz, eksiği gidermek, yanlışı düzeltmek, doğruyu pekiştirmek oluveriyor bu noktada. “Bilgi kuvvettir, tükenince yerini kaba kuvvet alır” sözüne de aşinaysak şayet, “inandık” dediğimiz fikirlerin gerçek temsilcileri olmak adına yaşımız kaç olursa olsun saygı kavramını içselleştirmek gerektiğini bir çırpıda anlayıveriyoruz. Bir yerlerde okumuştum “mevziiyi terk eden mevzuyu terk eder” yazmışlar. Göz bozulunca kör etmediğimize göre psikolojik rahatsızlık olarak değerlendirebileceğimiz bu cehalet (Birbirine katlanamama) durumu, toplumumuzda mevcut diye koca toplumu silip atacak değiliz elbet. O halde, zihinlerimizdeki urları ameliyat edip, yaraları pansuman etme vaktidir, şimdi vakit. Öyleyse direniş yerine buyurun dirilişe!
GENÇ'ın Yazısı.