Doğu`yu Bir Asır Önce Çözmüştü...
Yıl 1813. Yer Viyana. Batılı devletler Osmanlı’yı görüşüyor. Bu sırada Rusya, ortaya öyle bir mesele attı ki o günden bu güne hâlâ çözülemedi; Şark Meselesi. Peki, bu Şark Meselesi, yani Doğu Sorunu, gerçekten Doğu’nun sorunu muydu?
Kısaca Osmanlı tebaasındaki Ermeni ve Kürt azınlığın haklarının savunulması(!) manasına gelen Şark Meselesi, esasen Batılı devletlerin Doğu topraklarını paylaşamama sorunuydu. Yani Batının bizzat kendi sorunuydu. Amaçları doğrultusunda bölge halklarının arasına nifak tohumları ekmiş, asırlarca beraber yaşamalarını muvaffak kılan ortak yönleri, birleştirici unsurları unutturup farklılıkların araya girmesine sebep olmuşlardır. Peki, tüm bunlara rağmen Doğu’nun hiç mi problemi yoktu? Tabiki vardı, fakat bu yalnız Doğu’nun değil, bütün Anadolu’nun hatta Osmanlı’nın en büyük problemi olan fakirlik ve cehaletti. Batılı güçler ise problemin süreklilik kazanması ve çözüme kavuşamaması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ne yazık ki Batılı güçler çalışmalarında başarılı olmuş, sorunu günümüze kadar sürdürmeyi başarmışlardır.
Dün 8 şehit daha verdik, dünden önce binlerce… Şimdiye kadar çözülemeyen bu problem için çokça proje üretildi. Şimdi bir de bizzat sorunun içinde bulunmuş, birçok doğu ilinde görev yapmış, fikirler üretmiş, bir kısmını kendi çabalarıyla uygulamaya geçirebilmiş bir şahsın, Kazım Karabekir’in, gözünden bakmaya çalışalım.
Kazım Paşa, gerek Cihan Harbi sırasında gerek Kurtuluş Savaşı sırasında bulunduğu doğu illerinde sorunu bizzat tetkik edebilmiştir. Meselenin daha ziyade kültürel ve ekonomik olduğunun farkında olan Kazım Paşa, kendi sınırlı imkânlarıyla fikirlerini eyleme geçirmeye çalışmıştır. Öncelikle Cihan Harbi sonrası evsiz kalan yüzlerce çocukla ilgilenmeye çalışmıştır. Çocuklara Türk, Kürt ya da Ermeni demeden barınacak yer, yiyecek ekmek ve faydalı olabilecekleri uğraşlar vermeye çalışmıştır. Gittiği şehirlerde halka eğitim vermeye, işsiz gençleri eğiterek iş sahibi yapmak için uğraşmıştır. Ayrıca okuma günleri gibi etkinlikler yaparak halka okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışmıştır. Çabaları neticelerini vermeye başlamıştır fakat imkânsızlık ve devletin içinde bulunduğu müşkül durum eylemlerin çoğaltılmasını, etki alanının genişletilmesini engellemiştir. Gelin bir de onun cümlelerinden dinleyelim:
“(…) bana düşüncelerimi ve fiile çıkarmakta yardım edecek yüksek kültürlü ve tecrübeli sivil arkadaşlara ihtiyaç vardı. Bunların yazıları, bunların nutukları aynı zamanda halkımızı da bir düziye uyandıracaktı. Ediplerimiz, şairlerimiz, hatiplerimizden biz tamamiyle mahrum olduğumuz gibi uzaklardan olsun seslerini duyamıyorduk. Bazı bu gibi yüksek kültür sahiplerimizin İstanbul’da veya Bolşevik diyarlarında bizim milli hareketimizi baltalayan çalışmalarını işittikçe halimize şükretmekten ve kendi yağımızla kavrulmaklığımıza çalışmaktan başka çaremiz kalmamıştı.
Erzurum’da mümkün olan irfan müesseselerimizi kurarak burada bir ilim üssü yapmaya zaruret duyuyordum. Batı ve Güney vilayetlerimizde başlayan istilaları ve katliamları ve bu yolun Türk’ün değil istiklali hatta mevcudiyetini dahi yok etmeye gittiğini bir düziye halka göstermek zorunda idim. Yakında Doğu’nun, yani Kürt’ün ve Türk’ün başına gelecek olan bu belaları halkın bir düziye gözüne ve kulağına arz etmek ve halkı çocuklar vasıtası ile mümkün olduğu kadar her sahada ileri yürütmek sureti ile düşmanlarımızın hazırladıkları ihtilallerin önüne durabilirdim(…)”
Paşa, memleketin ahvalini şu acı sözlerle ortaya koyuyordu;
“O zaman memleketin genel manzarası şu idi: Doğu’ya doğru açıldıkça hükümet bakımsızlığı, halk azlığı, aydın yokluğu, fakirlik, cahillik, harabilik…”
Kazım Paşa’ya göre çözüm basitti;
“Memleketin bütün çocuklarını başarılı hayat mücadelesine kudretli kılacak bir talim ve terbiye ile teçhiz etmek konusunda da gerek okullarımızdaki tahsil ve terbiyede ve gerekse halkın talim ve terbiyesinde şu bu milletin hayatını taklit hevesiyle yalnız kendi hayat seviyesini yükseltmeyi düşünen bir zümre değil, topyekûn Türk milletini servet ve nüfusça zengin etmek amacı güdülmelidir. Bunun için fakir bir milletin çocukları olduklarını hatırından çıkarmayacak ve maddi manevi sağlam insan tipleri oluşturulmalı ve işadamı ruhu verilmelidir.”
Paşa, gücünün ve yetkisinin yettiği yere kadar sorunun çözümü için mücadele etti. Bugün aynı sorunun uzantısıyla mücadele etmeye çalışıyoruz, çözüm de çok değişmiş olamaz değil mi?
Mehmet Emin Gül'ın Yazısı.