Aile Kurmak Araba Kullanmaktan Daha mı Değersiz?!
Hayatımızın her evresi eğitimle geçiyor. Aileden başlayarak üniversite sıralarında son bulan teorik eğitim, hayatın içine karışmamızla devam ediyor. Yaptığımız hatalar, sevdiğimiz birinin bir sözü, patronumuzun attığı fırça… Tüm bunlar eğitim aşamamızın veya bir kalıba sokulma çabamızın göstergeleri olarak bizleri eğitiyor.
Her ne hikmetse yine de yetmiyor. Yine kavga ediyoruz, yine birbirimize küfür ediyor ve kalp kırıp yuva dağıtıyoruz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tüm bu eğitimlerin aile kurmaya yetmediğine karar vererek “Aile kurmanın araba kullanmaktan daha önemli olduğunu” belirterek evlilik öncesi eğitim projesiyle karşımıza çıktı.
Biz de projeyi, kapsamını ve içeriğini projenin basına tanıtımında da bulunan Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcısı Sayın Yrd. Doç. Dr. Süleyman DOĞAN hocamız ile konuştuk.
Evlenecek çiftlere evlilik öncesi eğitim neden önemli?
Bu sorunun cevabı aile kavramının içinde gizli olduğundan öncelikle onunla başlamak isterim. Bu kavramın ne demek olduğunu gerçek manasıyla anladığımız taktirde evlilik öncesi eğitimin de önemini öğrenmiş olacağız. Aile toplumsal yapının temelidir, nüvesidir. İnsanlık tarihine baktığımızda ailesiz bir toplumun olmadığını görüyoruz.
Aileye toplumun temeli gözüyle baktığımızda, üst yapının kalıcı ve dayanıklı olmasının sırrının o temelde yattığını söyleyebiliriz. Bakanlığın yaptığı bu çalışmayı da bahsettiğimiz temelin güçlendirilmesi adına yapılan bir proje olarak görebiliriz. Sayın Bakan, Fatma Şahin de bu projenin tanıtımında bizzat şöyle demişti: “Güçlü birey, güçlü aile, güçlü devlet.” Yani aile güçlendikçe birey de güçlenecek toplum da güçlenecek.
Geleneksel aile modelinde geniş aile idealken modern toplumlarda çekirdek aile ön plana çıkmakta. Durum artık o kadar uç noktalara taşınmış ki, Batı toplumu, anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük ailenin dışında kalan bekar işçileri de, yalnız yaşayan öğrencileri de çekirdek aile kapsamına almış bulunmakta. Biz Batı’nın geçirdiği o sanayi devrimini ve diğer modernleşme evrelerini halk tabanlı olarak geçirmediğimizden bugün bile geleneksel aile yapımızı koruyabilmişiz.
Son küreselleşmeyle beraber, bizdeki bu olumlu tablo da hızla bozulmaya doğru gitmekte. Yapılan araştırmalara baktığımızda boşanmalar artarak devam ediyor. Boşanmalar evlenmelerden daha çok artık. Fatma Şahin bu durumu şu misalle somutlaştırdı: “Bir araç sürebilmek için bile insanlar zorunlu eğitimlere tabi tutulurken, aile kurarken neden bir eğitim yok. Yoksa aile kurmak araba kullanmaktan da mı daha değersiz bir iş.” Bu örnek bile evlilik öncesi eğitimin önemini bizlere gösteriyor.
Eğitimin içeriği hakkında netleşen bir durum var mı? Sizce içerik nasıl olmalı, eğitimi kimler vermeli?
Proje pilot il olarak Ankara’da başlayacak. Eğitimin içeriği uzman eğitim bilimcilerin oluşturduğu bir heyet tarafından hazırlanmalı. Bunlar pedagog olabilir, psikolog olabilir, felsefeciler olabilir. Eğitimin teorik kısmı bu kadrolardan alındıktan sonra, pratikte de uzun yıllardan beri evli olan çiftler eğitime dahil edilebilir. 30 yıl, 40 yıl, hatta 50, 60 yıldan beri evli olan yaşlı amcalar, teyzeler de bu eğitimlerde deneyimlerinden bahsedebilirler, uzun yıllar birlikte yaşamanın püf noktalarını gençlere aktarabilirler. Seçilecek bu kişiler de yine sırandan insanlar değil, toplumun değer yargılarını hassasiyetlerini bilen kişilerden seçilmeli. Yani bu projenin içine ruh katılmalı, teknik bir sorunun çözümü gibi yaklaşılmamalı.
Artık "Nasip" Değil "Nakit" Deniyor!!
Bugüne kadar tüm varlığıyla yönünü Batı’ya çevirmiş bir ülke olarak bu projede de kaynak yine Batı mı olacak? Yoksa toplumun dini ve kültürel değerleri mi kaynak alınacak?
Burada Mehmet Akif’in eğitime bakışı göz önünde tutulmalı. Akif eğitimi tanımlarken, fazilet ve marifet olarak ikiye ayırıyor. Fazilet, ahlak ve maneviyatın karşılığıyken, marifet ise teknik bilgiyi ifade ediyor. Bakanlık da bu projede teknik manada Batı kaynaklarından faydalanabilir ama projenin ruhu dediğimiz o maneviyatın kaynağı Batı olamaz. Çünkü dini ayrı, kültürü ayrı, yaşam biçimi ayrı bir toplum Batı. O değerlere göre bir yapı oluşturmak bizim değerlerimizi yıllardan beri olduğu gibi yine ayaklar altına almak anlamına geliyor.
Bu hata Cumhuriyet kurulurken yapılan büyük hatalardan biridir. Tarih yazılırken genellikle Osmanlı, Selçuklu görmezden gelinerek altıncı yedinci nesille irtibat kurulmaya çalışılmış. Orta Asya’daki Şamanlar, Hititler, Sümerler merkeze alınmaya çalışılmış. Bu büyük yanlış yıllarca eğitim sistemimizde uygulanmıştır.
Bunların dışında bir de Batı’nın merkeze alınması var. Burada da tüm kapılar Batı’ya açılarak, oradan gelen her türlü şeyin doğru olduğuna olan inançla yüz yıldan beri toplum algısı dumura uğratılmıştır. Son yıllarda devlet eliyle yapılan çalışmaları gözlemlediğimizde bu yanlıştan dönülmeye çalışıldığını görüyoruz, umarım bu projede de asıl kaynak Batı değil de, bize ait değerler bütünü olur.
Aksi takdirde kurulacak ailelerde kaide nasip değil, nakit olur. Eskiden evlilik işlerinde “nasip” kavramı kullanılırken, şimdi dile getirilmese de “nakit” ön plana çıkarak birinci kıstas durumuna gelmiş. Bunun sebebi incelenmeli çözümler bulunmalı. Nasıl oldu da bir toplum evlilikte ahlaklısını, edeplisini bulmak için uğraşırken, şimdi zenginini, güzelini bulma gafleti içine düştü?
Ben burada medyanın büyük etkisi üzerinde durmak istiyorum. Medyanın temelde üç tane görevi vardır. Bilgilendirme, yönlendirme ve eğlendirme. Eğlendirme işlevini yerine getirirken toplumun değer yargılarını koruyan en azından saygı gösteren bir medya ideal olandır. Ama bizdeki medyaya baktığımızda Batı’yı bile aşan bir vurdumduymazlık içerisinde.
Buna örnek olarak en saf duygularla izlediğimiz Kemal Sunal filmlerini örnek olarak verebiliriz. Onun filmlerindeki imam tiplemelerini gözlemlediğimizde karşımıza dalavereci, sahtekar, yalancı veya sapık bir karakter çıkmakta. Bu karakter üzerinden zihinlerdeki din algısı da bozulmakta, dinin gerçek kaynaklarından uzak olan insanlar daha da bozuk bir algıyla dinden uzaklaşıyorlar. Yine son 30 yıl içerisinde Şaban isminin çocuklara verilme oranı önemli derecede düşmüş. Mübarek bir ayın adı olan Şaban, toplumda geri zekalı anlamında kullanılıyor…
Batı’ya ve Amerika’ya baktığımızda ise bunun tam tersi bir manzarayla karşılaşıyoruz. Papaz kılık kıyafetiyle, bulunduğu ortamla çok saygın bir karakter olarak ekranlara çıkıyor.
Bunu yanı sıra Amerikan toplumunda din adamları bizdekinden daha aktifler. Nikahları onlar kıyıyor, herhangi bir boşanma yaşandığında çiftlere onlar moral veriyor.
Biz de ise imamlar sadece nikah gecesi hatırlanır…
Tabi tabi… Hatta müftülüğün tabelasının altına nikah kıyılır yazısı yazılsa sorun çözülecek. Nikah için belediye memuruna hiç gerek yok. Devlet müftüsüne güvenmiyor ama belediye başkanına güveniyor. Bu da devlet içindeki çelişik durumlardan bir tanesi.
Medyanın bu gücünden faydalanılarak bizim dini ve kültürel değerlerimizi içeren aile biçimlerini destekleyen, tanıtan filmler yapılarak bunlara özel bütçeler ayrılmalı.
PTT (PİJAMA, TERLİK, TELEVİZYON) BABALIĞINDAN KURTULMAMIZ GEREKİYOR.
Nasıl seveceğimizden tutun da nasıl eğleneceğimize kadar her şeyde kaynağımız diziler olmuş durumda. TV’nin çocuk ebeveyn ilişkisine nasıl bir etkisi var?
Çocuk kiminle büyürse onu anne babası biliyor. Gerçek ebeveynin yerine sanal olan ebeveynler almış durumda. Şu zamanda anne babalar çocukları susturmak için onu TV’nin önüne atıp saatlerce yalnız başına orada bırakabiliyorlar. Zamanla çocuk da TV’den gördüğü karakterleri taklit etmeye başlıyor. Onların halleriyle hallenmeye başlıyor.
Çocuk bizim olmaktan çıkıp TV’nin çocuğu oluyor. Biz uyanana kadar bakıyoruz ki bizim hiçbir özelliğimizi taşımayan, adeta başkasına ait olan bir çocuğa “oğlum kızım” demekteyiz. Gelişim evresinin ilk yıllarında birlikte zaman geçirmediğimiz çocuklarımızla ilerleyen yıllarda sorunlar yaşıyor, aile içi huzura hasret kalıyoruz.
Abdulaziz Karakuş'ın Yazısı.