Başörtüsüne bak ve kategorize et. Bu kadar kolay. Bu kadar veballi. Herkes dışarıda konuşup dururken, Allah’ın emri noktasında örtüyü değerlendiren, o tekstil parçasının mana derinliğine inen ne kadar az insan var. 

Mesnevi’de geçen fil hikayesini bilirsiniz.

Karanlık bir ahırdaki fili görmek için halk gelir. Karanlıkta gözleri ile göremeyince file dokunarak onu tanımaya çalışırlar. Kimi hortumuna dokunur, fil bir oluk gibidir der. Kimi ayağına dokunur, fil bir direk gibidir der. Kimi kulağından, yelpaze şeklini, kimi sırtından taht misalini çıkarır.

Başörtüsü konusunda da durum buna benziyor. Herkes kendine dokunduğu yerden onu tanımlamaya çalışıyor. Her tanımlama bir sınırlamadır aslında. Ve bu tanımlamalar genellikle bütünü görme niyeti taşımadığından hep güdük kalıyor. Bir partinin destekçileri arasında başını örten birçok hanım görenler, başörtünün siyasi bir sembol olduğunu söylüyorlar. Bir başkası, kocasına itaat etmeyi kendine vazife bilen bir başörtülü görüyor ve kendi kabaran feminist damarı ile şunu söylüyor: Bu kadınlar başını koca baskısı ile örtüyor. Bir başkası rüzgara kapılan örtü gözlerine isabet edince, bu diyor bir tekstil parçasıdır.

Siyaset bir yönetme biçimi ise, evet başörtüsü siyasi bir semboldür, Allah’ın emirlerine göre bu dünya hayatımızı yönetmeye çalıştığımızın sembolü. Peygamberimizin –sav-, ciğerparesi Hz. Fatıma’ya, evlenirken verdiği “sen ona cariye ol ki, o da sana köle olsun” nasihati üzre, başımızı örtmek kocamıza itaatin bir sembolü de sayılabilir. Başörtüsünün bir tekstil ürünü olduğu noktasında ise herhalde zaten kimsenin itirazı olmaz. Çünkü kadınlar, mescid damları yapraklarla örtülürken bile, tekstil ürünü örtüler kullanıyorlardı başlarını örtmek için.

Başörtüsü hakkında gerek içerden gerek dışarıdan birçok söylem, eleştiri mevcut. Rengine, bağlanış şekline varıncaya kadar bir kadını, bir Müslüman kadını sınıflara ayırmanızda başörtüsü arayıp da bulamadığınız malzeme. Başörtüsüne bak ve kategorize et. Bu kadar kolay. Bu kadar veballi. Herkes dışarıda konuşup dururken, Allah’ın emri noktasında örtüyü değerlendiren, o tekstil parçasının mana derinliğine inen ne kadar az insan var.

Doğuda bir adet var(dı). İki taraf silahlarla çatışırken, bir hanım başörtüsünü çıkarıp havaya atarsa, bu bir ferman gibi o anda çatışmayı durdurur. Doğuda analar epeydir bunu yapıyor olsa gerek. Henüz silahla tanışalı birkaç ay olmuş evlatları baskınlarda pusularda can verince, bu sinsi savaş dursun diye örtülerini atıyorlar havaya. Ne de olsa bir zamanlar eşkıyalığın da, savaşın da bir edebi vardı. Çocuklarla kadınlara dokunmamak gibi mesela. Eman dileyeni öldürmemek gibi mesela. Silah çıkınca mı mertlik bozuldu bilinmez, dünya eski dünya değil. Usül, erkan bilinen dünya hiç değil. Bağrı yanan anaların çıkarttığı örtü, Sam yellerine kapılıyor, kapalı gözlerin önüne bir örtü daha çekiliyor.

Sanmam ki başörtüsü hakkında söylenecekler bu kadar olsun. Nasıl olsa malzeme bol. Milletin ağzı da torba değil. Zaten sözün nereye gittiğini, hangi yürekleri incitebileceğini düşünerek konuşan insanlar da iyice azalmışken, başlarındaki örtüye bu kadar göz dikilmesinden, laf edilmesinden kırılan yürekleri kim düşünsün?

Yine de hepten ümitsiz değiliz asla. Örtünün Allah’ın emri olduğuna inanılan noktada, diğer sesler kesilir. Ayrıca biliriz ki, tüm söylenenlere rağmen, başını örterek bir farzı daha hayatına geçiren nice civanlar vardır. Dünyaya çıplak geldiğimizi de söylüyorlar ya o tekstilciler, biz de dünyadan çıplak gideceğimizi hatırlatalım. Salih amellerimiz dışında öte tarafa bir şey götüremeyeceğimizi. Dünyaya geldiği şekli koruyan, hiç değişmeyen, gelişmeyen, büyümeyen yaratıkların solucanlar olduğunu ise düşünemeyecek kadar körse gözleri, biz de onları dünyaya geldikleri gibi bırakalım bir köşede. Tıpkı yeni doğmuş çocuklar gibi, akıl elbisesinden soyunmuş olarak.

Mesnevi’de bir fil hikayesi daha var. Onu bulup okumak da bu hepimizin üzerine borç olsun. Allah’ın emri hakkında böyle ileri geri konuşanlar, Müslüman kalpleri mahzun edenler de, Allah u alem, fil yavrusu yiyenlerin ağız kokularından belli olduğu gibi, ahirette ağız kokularından kendilerini ele verecekler.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.