Temmuz 2012 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Güncelden hareketle kalıcı olana uzanabilen bir yazı kaleme almışsın. Basit bir gündelik cümleden hareketle geliştirdiğin analiz son derece dikkat çekici. Ufak tefek ifade ve kurgu aksamaları yok değil, ama genel anlamda ‘ayın yazısı’ olacak kıvamda bir yazı yazmışsın. Gayretle, sabırla, her yazıda taş üstüne taş koyarak devam etmeni bekliyorum.

Arzu Bal

Zamanın geçip gittiğinin, geri dönmeyeceğinin, bizim olmadığının ve asla bizim olmayacağının düşünüldüğü bir dönemdeyiz. Sadece yaşadığımız andan sorumlu olduğumuzun ve bu ânı dibine kadar yaşamamız gerektiğinin vurgusu yapılıyor her yerde. Aman deniliyor, hayat bir gündür, özgürce yaşa!

Özgürce yaşamak eyleme döküldükçe, hayatın bir günden ibaret olmadığı, bir ömrün özgür yaşamak safsatasına kurban gittiği anlaşılıyor. Nice pişmanlıklar kalıyor geriye, keşke’ler miras bırakarak yaşıyoruz hayatı. Bir önceki adımımız, bir sonrakine “sakın yapma” diye haykırıyor. Ama kimse duymuyor. Gök kubbe uzaklarda bir yerlerde saklıyor bu haykırışları. Ebedî hayata geçeceğimiz zaman ortaya dökmek için. Zamanı geldiğinde lehimize veya aleyhimize delil teşkil edeceği için.

Zaman geçip gitmiyor, o hep bizimle aslında. Geçmişin ızdırapları, keşkeleri, vicdan muhasebeleri bırakmıyor yakamızı. Veya karamsar olmayalım dersek, “iyi ki” ile başlayan cümlelerimizin varlığı hayatın anlamlılığını döküyor ortaya. Hoş bir sada oluyorlar geçmiş zaman içinde.

Gelecek de bizim aslında… Yapılan planlar, kurgular, alınan kararlar kimlik inşâmız yönünden önem taşıyor. “Tinerci mi olalım, büyük adam mı?” tercihleri hayatı şekillendiriyor. İyi dileklerimiz hak rızasına sebep olabiliyor. Bütün bunları yaşadığımız ân itibariyle fark edemiyoruz belki.

Ne yaptığımızı fark etmememiz, hayattan bîhaber yaşamamız için çalışan, hayatını başkalarının hayatlarına müdahil olmaya adamış birçok kişi var. Kimi televizyondan sesleniyor size, kimi moda ikonu oluyor. Kimi dergi çıkarıyor, kitap yazıyor, haber yapıyor vs… birçok yoldan ve yönden heyte lek’ler sarmış etrafımızı. Hepsi bizi çağırıyor.

Biri bir fotoğraf makinesi alıyor en afilisinden. “Bak, bununla zaman hiç kaybolmuyor. Her şey kayıt altında!” diyor. Her şey zaten kayıt altında diyemiyorsunuz. Çektiği fotoğrafla bakıyorsunuz. Sanatsal yönüne değiniyor, çözümlemeler yapıyor.

Bir arkadaşım, “Ben zaten her gün zihnimde milyonlarca fotoğraf çekiyorum” demişti. Hep bu cümle geliyor aklıma böyle durumlarda. Çok hoş, deyip yaşamaya devam ediyorum.

Bir başkası geliyor bu sefer. “Arzu bak, bu çok moda… Herkes bu renk şal yapıyor, bu ayakkabıyı alıyor” diyor. Onlara uyarsanız herkesleşiyorsunuz, uymazsanız öteki oluyorsunuz. Ötekileşip devam ediyorum hayata.

Hemen her durumda hayatımızın gidişatını şekillendiriyor insanlar. Kasten veya farkında olmadan yaşadığımız âna imzalarını atıyorlar. Ve bu imzalar, hakkımızdaki düşünceleri, çağırdıkları mecralar geleceğimizi şekillendiriyor.

Kıpırdamak gerekiyor. Heyte lek’lere kurban olmamak için, hayatı kendi düşünce, anlayış ve perspektifimizden yaşamamız gerekiyor. Yoksa ah-vah’lar, pişmanlıklar, hayallere dalmışlıklar bırakmıyor peşimizi.

Kıpırdamamız ve her ânımızın îlahi bir kayıt altında olduğunu unutmamamız gerekiyor…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.