Ayşe Büşra Aydemir

Şiddetli geçimsiz hayatlar sürmenin getirdiği bir boynu büküklükle yaşıyoruz. Geriye kalan üç aylık ömrün son gününe uyanmışçasına ilgisiziz her şeye karşı. Sargıları yeni açılmış bir mumya uyuşukluğunda hareket etmek istiyor, nefes almaya bile üşeniyoruz. Depresyonun birkaç belirtisini gösterenlerimiz şanslı çünkü genelde birçoğumuz bütün depresif hallerle tam bir uyum içinde yaşıyor.

Hayal karnemiz kırıklarla dolu. Hâl böyle olunca da kaybettiğimiz yaşama sevincimizi yolda görsek tanımıyoruz. Başka başka hayatlara sahip çıkıyor, yeni yeni dertlere yelken açıyoruz. Her limanda yeni bir dert buluyor, yağmurdan kaçarken doluya tutuluyoruz. Bazen bir şemsiyenin altında, bazen bir saçağın, bazen de bir yorganın altında fırtınanın dinmesini bekliyoruz. Bu bekleyiş çoğu zaman ömür boyu sürüyor. Bizi bu dertlerden kurtaracak süper bir kahraman arıyor gözlerimiz. Dert adını verdiğimiz her şeyden kurtulmak için can atıyoruz. Onları terk edecek uygun bir cami avlusu, huzur evi ve bazen de bir mezar taşı bulduğumuzda dünyalar bizim oluyor. Ahir zamanın dertlerini sahipsiz bırakıyoruz. İçimizde, karanlıkta kaybettiğimiz her şeyi; aydınlıkta, dışarıda aramaktan bitap düşüyoruz ama tazminat ödememek adına aramaktan vazgeçemiyoruz.

Zihinden çözmeye alıştığımız hiçbir problemi gönülden çözemiyoruz. Hiçbirimizin aklına elmalarla armutları toplamak gelmiyor. Öylesine bir cesaret gösteremiyoruz çünkü bizim matematik kitabımızda yazmıyor böyle şeyler. Bir aracın A kentinden B kentine giderken C kentinde kaza yapma ihtimalini hesaplayamıyoruz. Eşit kapasitedeki beş işçiden birinin işi tamamlamadan ömrünü tamamlama gibi bir lüksü olmuyor. Bir baba ile oğlu arasındaki yaş farkının kapanmaması mezar taşlarını yalancı çıkarıyor. Beşeri alt yapımız bize öğretilen hayat bilgisini desteklemiyor. Ve böylece devasa bir matruşkanın en içine hapsedilmiş bir insan psikolojisiyle umutsuzluğa sürüklenirken kurtuluşun gittikçe büyüyen dertlerle geleceği fikrine tahammül bile edemiyoruz.

Adeta Bir Elektro Şok Yapıyor

Demem o ki mum dibini ışıtmıyor bu zifiri karanlıkta. İşte bu sebeple bu yazıyı gün ışığı yerine kalbime batırdığım bir kontrol kaleminin ışığında yazıyorum. Ortalığı aydınlatan, bana yol gösteren bu ışığın adı AŞK. Kalplerimizde saklanan en büyük kaçak; AŞK. Her ne kadar üç oda bir salon kalplere hapsetmeye çalışsak da her defasında kaçmanın bir yolunu buluyor. Bazen güneşli bir bahar sabahında, bazen bir kelebeğin kanadında, bazen de bir kitap yaprağında yaşama sevincimizin damarına basıyor. İşte o anlarda hayat sahnesinde dert, tasa, acı, sıkıntı adına ne varsa hepsi flulaşıyor bir tek O, göz alıcı parlaklığıyla kendini gösteriyor. Adeta bir elektro şok yapıyor, beklenmedik bir anda beklenmedik bir vesileyle bizi hayata döndürmeyi başarıyor.

Bazı şeyler nihayete erdiğinde hiçbir kederin kederlendiremediği, cennetini içinde taşıyan sufiler olunuyor. Ebu Turab Nahşebi’nin dediği gibi ‘’kederi sevince dönüştüren simyagerler’’ olunuyor. Tatmayanın bilemediği, ‘’Ehli dünya ve makam sahipleri bu hazzı bilselerdi bizimle savaşırlardı’’denilen bir nimete kavuşuluyor.

Allah`ın Boyasıyla Boyanmış Bir Cennet

Fakat daha öncesinde dünyaya demirlemiş bütün dertleri unutturan, acıları dindiren bir hâl yaşanıyor. Namazlarda, en büyük buluşmalarda pansuman ediliyor yaralar; ayaklara batan dikenler, yüreklere saplanan oklar çıkarılıyor. Birkaç gün sıkıntı çekmeyenler platonik bir aşk yaşıyor olma korkusuyla dert duasına çıkıyor sevildiğinden emin olmak için. Tıpkı cennetin çocuklarından Muhammed’in yaptığı gibi görmeyen gözlerine rağmen her yerde onu arıyor, kabartma yazılardan okurcasına parmak uçlarıyla marifetullaha ermeye çalışıyor dert sahipleri. Her dert her kula kendi cennetini kendi rengine boyama imkânı veriyor. Nihayetinde Allah’ın boyasıyla boyanmış bir cennette yaşamak gibi bir mükâfata kavuşuluyor dünyada bile.

Bu hâl en başta rabbimizin bir nimet olarak içimize koyduğu cevhere imtihanlar sırasında yaptığımız muamele ile şekilleniyor. Aşk ile. Gönül mangalına konan bu kömürle ya dünyada yanıp kül oluyoruz ya da sınana sınana nihayetinde bir elmas olup parlıyoruz. Züleyha’nın kuyudan çekip gün ışığına çıkardığı gibi bir aşka ihtiyacımız var. Zaten aslında kaybettiğimiz de yaşama sevincimizden ziyade aşkımız. Aranıyor ilanlarına konu olan ise ünsüz ama dertli bir ablamızın tarifiyle Mevla’ya merdiven Leyla ile Mecnun’larımız.


GENÇ'ın Yazısı.