İsmail Pişer

Sevgili Afra,

Meymenetsiz bir postacı kapımı kırarcasına çaldı geçen sabah. Bitap düşmüş haldeydi. “Nen var?” diye sordum. “Şiir öldü” dedi acıklı bir ifadeyle. Şaşırdım, daha dün mest oluyorduk Necip Fazıl’la, Atilla İlhan’la ve daha nice şairle. Sahi ne hakla öldü bunca gerçek şair? Hangi hakla kendilerini bizden, bizim neslimizden mahrum bıraktılar? Postacı kahırla baktı yüzüme, muhtelif mimikler sergiledi, “bu daha ne ki?” der gibiydi, anlayamadım. Sonra da çekip gitti.
 
Öğleye doğru telefonum çaldı, hattın ucunda telaşlı bir ses, arkadaşım olacak bir münasebetsiz: “Haberin var mı? Aşk ölmüş, başın sağ olsun” dedi. Tüylerim ürperdi, kalbim Ramazan davulu gibi ritimsizleşti. “Nasıl olur?” dedim. İnsanlık tarihi aşk destanlarıyla dolu değil mi? Kleopatra’nın intiharını duyan Antonius kılıcının üzerine atlamadı mı? Peki ya Ferhat, mazoşist olduğu için mi dağları deldi? Ya Mecnun? “Öldü işte birader, şu anda cenazeye gidiyorum, yalan borcum mu var?” dedi telefondaki ses. Ardından kapadı telefonu suratıma. Çok sinirliydi, çok.
 
Yutkunamıyordum. İnsan bir günde kaç ölüm kaldırabilir? Derken haberleri izlemek üzere televizyonu açtım. Haber bültenleri “şok şok şok” diyordu. Sunucunun elleri titriyordu. Rengi atmış, dili lal olmuştu: “Arabeski bu sabah kaybettik, çok üzgünüz sayın seyirciler” dedi, ağlamaya başladı. Ardından malum feryat görüntüleri… Gözlerden akan yaşlar birer Niagara şelalesi... Sonra adli tıptan bir bilirkişi açıklama yaptı: “Hepimiz üzüntülüyüz, onu kurtarmak için tüm gayreti gösterdik ama olmadı. Artık Müslüm Gürses pop söyleyecek.”
 
Kapattım televizyonu. Köselelerimi ivedilikle giydim. Köşedeki bayiye gidip günlük gazeteleri inceledim. Hepsinin sürmanşeti aynıydı: “Akıl öldü.” Haberin devamını okudum, aynen şöyle yazıyordu: “Akıl dün gece sokak ortasında vurulmuş halde bulundu. Fazlasıyla kan kaybetmişti. Trafik sıkışıklığı ve çarpık gecekondular dolayısıyla ambulans olay yerine zamanında ulaşamadı. Ulaştığında ise çok geçti. Polis olayla ilgili derin bir soruşturma başlattı. Failler arasında kapitalizm, egoizm, sadizm, mazoşizm, emperyalizm, nihilizm, erotizm, pragmatizm, fanatizm ve şerefsizm var. Polis sorgusunun ardından kesinleşmesi öngörülen suçlular mahkemeye sevk edilecek.”
 
Öfkeden çılgına döndüm, bünyem bir vefata daha dayanamazdı. Sinir nöbeti geçirip gazeteleri parçalamaya başladım. Aslında parçalanan gazeteler değil körpecik ruhumdu. Ansızın yutkunamadım, soluğum kesildi, veremli gibi öksürüklere boğuldum. Bakkal ağabey koşarak geldiğinde, kapaklanmıştım beton zemine. Avazı çıktığınca bağırmaya başladı bakkal: “Bu gazetelerin parasını vereceksin deyyus!”. Cevap veremedim, çünkü insanlık da ölmüştü.
 
Gözyaşları içinde haneme dönerken düşündüm tüm merhumları. Ah sevgili Afra, felsefe bu topraklarda hiç doğmadı zaten. Tiyatro yıllardır can çekişiyor, bir ziyaretine gidemedik. Masalın kırkı bile okundu, artık kimse çocuğuna masal anlatmıyor. Mektup nalları dikeli oldu epey, o meşhur pul koleksiyoncuları neredeler? Peki ya ailecek oynanan sessiz sinema? Allah rahmet eylesin, seslisi varken, sessizine ne hacet... Sana bir sır vereyim mi? Komşu komşunun da külüne muhtaç değil artık. Komşuluk öleli, oldu birkaç sene.
 
Yani anlayacağın sevgili Afra, cenazelerden başımızı kaldıramaz olduk. Her şafak vakti bir değerimizi hakkın rahmetine uğurluyoruz. Sana bu denli ruh karartıcı bir mektup yazmak istemezdim, ama idare et işte.
 
Bu arada sana iyi bir haberim var. Sinema son yıllarda canına can kattı. Adeta balla kaymakla besleniyor. Hatta geçtiğimiz aylarda Fetih’i çektik. Pek harika oldu, İspanyolca altyazısı bulabilirsem yollarım sana, izlersin.
 
Kendine çok iyi bak.
 
İsmail.


GENÇ'ın Yazısı.