“Ne okuyorsun?” diye sordum. Başladı saymaya…

-Peki ya Peyami Safa?

-Peyami okuyamıyorum...

-Ama nasıl?

-Uykum geliyor…

Çok düşündüm bu cevap üzerine. Bir sonuca ulaşamadım. Düşündüm uzunca, nasıl tanıştım Peyami Safa ile?

Uzun yıllar önceydi. Lise yılları. Bir edebiyat ödevi vesilesi ile okuduğum Fatih-Harbiye kitabıyla başladı tanışmamız. İlk defa Fatih-Harbiye’de tam manasıyla kavradım doğu-batı çatışmasını. Sonra üniversite yılları başladı. Bu sefer amaç farklıydı. Artık kullanmadığımız, “eski” yaftası yemiş kelimelerimizden biraz daha öğrenebilmek istiyordum. Peyami Safa ise öğrenebilmenin en eğlenceli yoluydu. Şimdi anlıyorum. Uykusunu getiren tam olarak buydu; Cümlenin belki de en can alıcı noktası bilmediği, artık kullanmadığımız bir kelimede saklıydı. Anlayamıyordu. Çünkü artık bağlarımız kopmuştu geçmişimizle. Eskiler bizi, biz eskileri anlayamıyoruz. Ah bir keşfetseler o eski dünyayı… Ne denli geniş bir anlatım zenginliği olduğunu kavrayabilseler…

Hasta olmayı, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan öğrendim!

Okuma sırası Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’na geldiğinde artık amaç bambaşka idi. Sıradan ve “modern” denen kelimelerle anlatımı basitleşmiş, ruhsuz romanlar okumak istemiyordum. Peyami Safa bana beni anlatıyordu sanki. Öylesine derin betimliyordu ki insan ruhunu, yaşıyordum adeta romanı. Diğer romanların aksine, olayları tahayyül etmekte zorluk çekmiyordum. Peyami, bambaşkaydı… Hasta olmayı, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan öğrendim.

Ardından Yalnızız geldi. Öğrenmem gereken şimdi yalnızlıktı. Yalnızlığın içinde sanatsallığı bu romanda keşfettim. Ya da yalnızlığın acımasızlığını… Kalabalıklar içinde yalnız olduğumuz klişesi, ancak Peyami Safa gibi nev-i şahsına münhasır bir yazar tarafından yazılınca böylesine ilgi çekici oluyor sanırım.

“Peyami’yi ikna edebilseydik, Türkiye’yi komünist yapardık.”

Tabi bir de Mahşer var. Bir güneşin batışında, fakirlikle mücadele eden milletimizin tek kişilik öyküsü… Çanakkale’de mahşeri yaşayan askerimizin, İstanbul’daki şaşkınlığının hikâyesi… Biz bunlar için mi canımız dişimizde savaştık? Bu riyakârlık uğruna mı? Bu dalavere, bu rüşvetçilik uğruna mı? Hâlâ iyi insanlar yok mu? Değişen dünya, değişen toplumu Peyami Safa’nın gözünden görebilmektir Mahşer.

Velhasılıkelam, Peyami Safa’yı okumak bu vatanı, bu vatanın insanlarını tanımaktır. Milletimizin öyküsünü en acı ve en gerçek şekilde yaşamaktır. Belki de onu anlatan en güzel söz, Marksist bir gazeteciden gelmiştir; “Peyami’yi ikna edebilseydik, Türkiye’yi komünist yapardık.”


Mehmet Emin Gül'ın Yazısı.