Emin Ünal

Evet, ballı kanlı bir coğrafya burası. Acının ve sevincin bir arada yaşandığı bir coğrafya. Bir çocuğun gözünde vuslatı, bir ihtiyarın gözünde firağı görebileceğiniz bir coğrafya. Bu coğrafyada nehirler bir ayrı akar. İnsanları ve medeniyetleri ayırır birbirinden. Tıpkı Vardar’da, Neretva’da olduğu gibi. Burayı ballandıran; nehiriyle, camiiyle, sebiliyle, köprüsüyle, evleriyle, çınarlarıyla ve gülleriyle bezenmiş olan şehirlerim. Hangi şehirlermiş bunlar diye sorduğunuzu duyar gibiyim… Üsküp, Kalkandelen, Ohri, Resne, Manastır, Tiran, Kruje, İşkodra, Bar, Budva, Kotor, Trebinje, Poçitel, Mostar, Blagaj, Saraybosna, Vişegrad, Piriştine, Pirizren… Bunlar arasında Budva ve Kotor’da her ne kadar bizden bir şey yoksa da tarihi bir dokuya sahip olması hasebiyle iade-i itibar etmek lazım gelir.

Gelin bu şehirlerimiz içerisinde Üsküp’ten başlayalım. Üsküp, Varadar’ın kardeşi olan Üsküp... Evvela Sultan II. Murat zamanında yapılmış olan taş köprüden geçelim ve Vardar’ın sesini dinleyelim. Bir başka akar Vardar. Ayrılığın nağmelerini hıçkırarak akar. Bu nağmeleri dinleyerek köprünün doğu kısmına geçelim, Evlad-ı Fatihan’ların ve Arnavut Müslümanların tarafına. Evet burada nehir ayırmış medeniyetleri. Köprü her ne kadar birleştirmek istese de nehre mağlup olmuş ne yazık ki. Evlâd-ı Fatihan; Osmanlı zamanında buraya yerleştirilmiş olan Müslüman Türk aşiretlerinin torunları. Köprünün hemen karşı tarafında Davut Paşa Hamamı mevcut. Yürüyoruz ve içerisinde türbesi olan servileriyle ve çınarıyla bir Osmanlı Camii karşılıyor bizi. İshak Paşa camii…

İçerisinde bulunan mezar taşları boynu eğik karşılıyor bizi. Tıpkı burada yaşayan Müslümanların boyunlarının eğik olduğu gibi. Bu mezar taşları camiyi yaptıran aile efradına ait. Cami, zaviyeli camilerin balkanlardaki en güzel emsallerinden bir tanesi. Fakat türbesi harap bir halde.

Hemen sağ tarafımızda biraz uzaktan Sultan Abdülhamid-i Sâni’nin yaptırmış olduğu saat kulesi ve hemen yanında Üsküp’ün en büyük camii olan Sultan Murat Camii bizi selamlıyor. İshak Paşa Camii`nin her iki tarafı servi ve çam ağaçlarıyla bezeli yolundan çıkıyoruz ve karşımıza Üsküp’ün en uzun minaresine sahip olan Yahya Paşa Camii’ni ziyaret ediyoruz.

 

Camiin kapısı, ahşap işçiliğiyle gözümüze çarpıyor.

 İçerisi çok sade olan camiin tavan kısmında Ayet’el-Kürsi yazılmış.

 Mermer mihrabının üzerinde lale ve servi ağacı işlemeleri mevcut. 

Mihrabın basamaklarının başladığı yerin üst kısmında ‘’Allah Ve Melekleri Nebi’ye Salat ederler. Ey iman edenler! O halde Siz de Nebi’ye salat ve selam getirin’’ mealindeki ayet-i kerime yazılmış.

 Buradan da ağır adımlarla çıkıyoruz ve İsa Bey Camii’ne yöneliyoruz. Cami bize Bursa’daki camileri hatırlatıyor. 

Camiin avlusunda koca bir çınar… Yaşlanmış ve artık yorgunluktan beli bükülmüş. Belli ki yıllardır bu camiinin bekçiliğini yapmış ve gölgesiyle insanları serinletmiş. Şu an ise gölgesi altında başka ağaçlar büyümekte. Tıpkı bir zamanlar Osmanlı’nın taht-ı hükümranisinde bu şehrin büyüdüğü gibi şimdi de Osmanlı’nın çınarının gölgesi altında bu şehrin ağaçları büyümekte.


GENÇ'ın Yazısı.