Mazlumun nasıl dini, ırkı, kökeni yoksa merhametin, vicdanın da dini, ırkı, kökeni yoktur. Ama kendi varlıklarını zıtlıklar üzerinden tanımlayanlar, birilerini ötekileştirerek kendilerini kutsayanlar kendi değerlerini inkar ettiklerinin, ahlaki değerlere sadakatlerini baltaladıklarının farkında değiller. “Ahlakçılık yapmayın ahlaklı olun diyen ahlakçılar”dan oluyor her biri.

Dünyada kalmak, nefes alıp vermek gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Gündemi yakından takip etmenin, haberler arasında soluk alıp vermenin, köşe yazılarında ayrıntılar yakalamanın insanı geliştirdiğini, entelektüel yaptığını düşünenler var. Oysa ben bu tür yazıları takip eden insanların, eğer normallerse sadece hastalanabileceklerini düşünüyorum. Bu tür gündemler, polemikler, üçüncü sayfa haberleri insanı sadece hasta eder. İnsana dert olur. Stres yapar. Okumaya devam edilirse insanı depresyona kadar götürür.

Bu gün bir haber okudum misal. Genç bir kadın açlıktan ve soğuktan çocuklarını koruyamadığı için intihar etmiş. Bu genç anne intihar etmeden önce 6 yaşındaki oğlunun eline bir fön makinası vermiş ve 7 aylık bebeğe tutarak ısıtmasını söylemiş. Kendisi de yan odaya geçip maalesef hayatına son vermiş. Okurken donup kaldım, ayrıntılarda ve çekilen fotoğrafın detaylarında ruhumu kaybettim bir müddet. Kendimi o kadının yerine koydum, sonra o çocuğun, sonra da o bebeğin. Kendimi sonra o eski sobanın yerine koydum, ıslandığı için yanmayan kütüklerin yerine koydum. Kendimi duvarın nemden dalga dalga olmuş izlerinin yerine koydum sonra. Kendimi o yerdeki nemli kilimin, kadının boş cebinin, mini bir ısıtıcıya dönüşen o fön makinasının yerine koydum. Hatta kendimi kendimden gayrı her şeyin yerine koydum. Empatinin canını çıkardım. Empati de benim canımı çıkardı. Empati ile oturup ağladık.

PC karşısında işte böyle bir müddet dudak büküp, sümük çektikten sonra gözüm haberden yorumlara doğru gayrı ihtiyarı kaydı. O çok bilmiş o çok vicdanlı yorumcular yine esmiş gürlemişler. Neymiş efendim zengin dindarlar cipe bineceklerine bu kadına yardım etselermiş, Ramazan sofralarına ayıracakları paraları böyle insanlara vermelilermiş. Dinden imandan bahsedenler bu kadını niye görmemişlermiş. İnsanın ister istemez sorası geliyor “yahu mübarekler insanlık dindarlar ve diğerleri diye ikiye mi ayrılıyor? İyilik, hoşgörü, vicdan, diğerkamlık sadece dindarlara mahsus bir özellik mi? Bu özellikler insan olan varlığın geneline ait değil midir? Bu kadının yoksulluk nedeni ile ölmesi sadece dindarları ilgilendiren bir şey midir? Siz yorum yapan 100’e yakın adam kendinizi bu kadından zerre miskal mesul hissetmiyorsunuz değil mi? Sorumluluğunuzu dindarlara havale ederek komik duruma düştüğünüzün farkında mısınız? İnsan olmak nedir? Misal siz attığınız her adımda insan kalabilmeyi başarabiliyor musunuz?”

O kadın o şekilde öldüyse bu konuyu dindarlık üzerinden değil insanlık üzerinden konuşmalıyız. Mazlumun nasıl dini, ırkı, kökeni yoksa merhametin, vicdanın da dini, ırkı, kökeni yoktur. Ama kendi varlıklarını zıtlıklar üzerinden tanımlayanlar, birilerini ötekileştirerek kendilerini kutsayanlar kendi değerlerini inkar ettiklerinin, ahlaki değerlere sadakatlerini baltaladıklarının farkında değiller. “Ahlakçılık yapmayın ahlaklı olun diyen ahlakçılar”dan oluyor her biri. Sadece dindarların sırtına yükledikleri o ahlaki değerlerin “din” ortada olmasa bile fıtrat gereği her çağda kendince başka bir isme bürünüp muhakkak var olacağını unutuyorlar.

Diğer yandan dindarları garibin mazlumun kimsesizin garantisi olarak görmek bir bakıma dinin yapıcı rolünü itiraf etmek demek de oluyor. Kıyasıya eleştirdikleri dindarların bu beklentilere cevap verememesi halinde ise garip bir şekilde tatmin oluyorlar. Gerçek dindarlara saygım sonsuz diyen adamlar o gerçek dindarları bir biblo, bir masa ya da bir şemsiyeden ibaret görür gibi nesnelleştiriyorlar. Misal çevrelerinde dert dinleyecek biri olsun istiyorlar. Yani canları Allah’tan bahsetmek isteyince orada öylece durmanı ve anlatmanı… Başımı örtemiyorum dediklerinde “mühim olan iman” deyip onları rahatlatmanı. Allah rızası için dediklerinde dişinden tırnağına ne varsa onlar için hibe etmeni bekliyorlar. Orada öylece durman sanırım onları bazen kızdırıyor bazen rahatlatıyor. Kızıyorlar çünkü günahkar olduklarını hatırlatıyorsun diğer yandan günah çıkarmak için de idealsin. Anahtar bırakmak için, duada ne okunacağını sormak için, çocuklarına iki dakikalığına bakman için idealsin.

Senin gibi olmak istemezler ama huzursuz ve melankolik tavırlarını senin hüznünde yüzdürmeye bayılırlar. Hem namaz kılıyor hem de edepli olabiliyor musun, onların çocuklarına iyiliği tavsiye ederken kendi çocuğun ne hata işlemiş farkında mısın, hem dindar hem de esnek kalabiliyor musun test eder dururlar. Böyle.

Ne diyordum sonra kendimi o bebeğin kundağının yerine koydum, sonra kendimi o kadının komşularının yerine koydum, sonra kendimi o kadının akrabalarının… En nihayetinde kendimi o habere yorum yapanların yerine koydum. İnanın hiç biri beni bunun kadar acıtmadı. Körlüğün her türlüsünden Allah’a sığınırım, ama en çok da sorumluluklarımı başkasına atarak rahatlayacak kadar gaflet içinde olmaktan!


Ayşegül Genç'ın Yazısı.