Rabia Betül Toprak

Hz. Hasan’ın; "Dünyadan tiksindim" demesi, ilk okuduğumda kalbimi nasıl delik deşik ettiyse, aklıma gelme şiddetinin arttığı şu günlerde, kalbura bastı bir hayatı dikte ettirenlere, zulmü fetvalarla akışkan hale getirenlere; çokça yâd’ım var biline… İsteği olmayınca ağlayan, ayaklarını yere hızlı hızlı vurup zıplayan; aynı anda yumruklarını sıkan bir çocuğun hissiyatıyla dolu içim. Gerilim filminin içindeyiz zira. Zulmü HD kalitesinde seyrediyoruz. Yeri geliyor bakamıyoruz yüzümüzü çeviriyoruz... Neticede: ‘Ben dayanamıyorum’ deyip salondan ayrılıyoruz, hayatımıza devam ediyoruz… Beş öğün en azından kıyamın ardından, ellerimizi sahnelendiriyoruz. Elhamdülillah ama bunu yapıyoruz.(?)

Dünyanın gündeminde olan, yeterince pansuman olamadığı için apse üstüne apse yapan bir yerin ekmeğini yiyip suyunu içmişliğiniz varsa daha bir inceliyor bamteliniz... Hele ki misafirperverlikleriyle ‘nefes ikramlarını’ esirgemeyen, size yürekten mesai harcayan insanları düşününce… Olmuyor, ilk vurulan siz oluyorsunuz… Bu diğergamlık değil, civanmertlik değil, ‘’Elemim bir yüreğin kârı değil…’’(M. Akif) öyle değil… Klavyeniz kendiliğinden dilleniyor. Amuda kalkan harflerle baş edemez hale geliyorsunuz ve ‘bu’ çıkıyor ortaya.

İsterim; çok az bahsedeyim… Cuma günleri Kehf Suresi’ni minareden duymak bambaşka bir şeydi mesela Rukneddin’de… ‘Yakala atmosferi!’ Şablonumuz olmuştu. Evimiz camiye yakındı, yanında da fırın vardı, sıcak ekmeklerimiz çıkardı. Kadınların ve erkeklerin uzun ekmek kuyrukları ayrı ayrıydı bu güzeldi, tedirgin olmaya gerek yoktu. İyi niyetler daim olsundu… Acıyor şimdi Rukneddin, acımız büyük Rukneddin…

Kasiyun Dağı Ağlıyor…

Ah! Rukneddin; gurbeti iliklerime kadar hissettiren, hiç böyle düşünmemiştim ki seni, zonkluyor şimdi ağrıdan Kasiyun Dağı’nın etekleri, sızlıyor İbn-i Arabî’nin kabri… Çift çift gözlerin uzunları yakıp bekleştiği bir yer şimdi… Suriyeli teyzelerin, yavruların, daha kimselerin; ‘Türkiye kardeş’ naraları geceleri maalesef rüyalarımı süslemiyor… Size dönsün, yankısı olsun sesinizin; ‘’Dayan kardeşim! Mülk âleminde ayrı olsak da ruhi maiyyetine talibim…’’ demekten başka, elden bir şey daha gel(m)iyor… İşimiz zor, karşı taraf uzlaşmacı değil, iplere sahte sözler asılmış kurutuluyor… Kınama mesaileri, ritüellerini bozmuyor…

Ama ama bütün bunların yanında nemlendirdiğimiz yüzlerimiz var, inandığımız ellerimiz... ‘’Yanağından kayan hüznünü dudağına kadar indirme, o kadar uzun kalmasın yüzünde… Sonra sadece üzülüyorsun, ellerini unutuyorsun… Sil ve devam et avucunda biriktirmeye, kardeş yürekteki ateşler sönsün diye… Kalbin iki büklüm olabilir, devam et buton’un bunun için çalışabilir. Avucunda biriktirdiklerine ‘senin zamanına’ ihtiyacı olanlar var unutma.’’ diyorum sonra kendime...

Hâsılı; birileri için o kadar basit ki oyun gibi keyifli… Onların dilinden diyelim o halde, level atlamak için dua ediyoruz. Mario prensesi kurtaracak; buna inanıyoruz… Yeniden ‘müstakil’ duyumlar almak istiyoruz… Allah nurunu tamamlayacaktır. İnanıyoruz…


GENÇ'ın Yazısı.