"Asansörde Kamera Var"
Asansörde kim ne yapıyor ki böyle bir uyarıya gerek görülmüş? Ya da en azından belki de sadece bilgilendirmek, “kamera koyuyorsak da siz bilip dururken koyuyoruz demek içindir. Burası neresi?
Beyaz bir zemin üzerine siyah iri puntolarla başlıktaki cümleyi yazmışlar. Aynanın sol at kısmına da yapıştırmışlar. İlk başta fark edilmeyebilir, kare, avuç içi kadar bir kağıt.
Gayri ihtiyari tebessüm ettim uyarıyı görünce. Evet, “burada kamera var!” yazıları genellikle uyarı içindir. Asansörde kim ne yapıyor ki böyle bir uyarıya gerek görülmüş? Ya da en azından belki de sadece bilgilendirmek, “kamera koyuyorsak da siz bilip dururken koyuyoruz’’ demek içindir. Burası neresi? Ücretsiz ama kaliteli seminerler veren, o seminerlerle üniversite gibi çalışan, yüzlerce talebeye hizmet eden, dindar gençlerin uğrak yeri olan bir vakıf.
İnsanın kalitesi yalnızken kim olduğu ile doğrudan ilgili…
İnsan yalnızken, başkasından sakladığı hallere bürünebiliyor. Kendini daha rahat hissettiğinden, toplulukta yapmadığı-yapamayacağı hareketler onun için kolaylaşıyor. Yalnızlık bir bakıma rahatlama, kendini görgü kurallarına göre sıkmama durumu olarak yaşanıyor. Halbuki tasavvufî terbiye bize öğretir ki, en çok edebe layık olan Cenab-ı Hak’tır. Bu yüzden yalnızken de kıyafetlerine dikkat etmek, yüksek sesle konuşmamak, izlediğini, dinlediğini seçmek gerektiğini hatırlatır. Bir nevi, bizi izleyen gözler, hareketlerimizdeki kibarlık vasfına etkisiz eleman hükmünde olmalıdırlar. Başkasının yanında bacak bacak üstüne atmıyorsan, yalnızken de atma. Bu örnekleri çoğaltabilirsek de sizin tahmin gücünüze bırakmayı yeğlerim.
Kendini çuval gibi koltuğun üzerine bırakmak, az sonra yatacak galiba dedirten şekilde “uzun” oturmak, bacakları çok açmak vs. hep terbiye sınırları dışında anılırdı önceleri. Hatta geçenlerde dinlediğim üzere Çerkezlerde, bir genç kızın bağdaş kurup yere oturması bile uyarılması için yeterliydi.
İnsanın en rahat olduğu uykuda bile, vücudun terbiyesi söz konusu. Reklamlardaki ve babaannemin “ayak bacak bir yerde” diye çok kızdığı gibi “rahat” uyunmaz. Anne karnındaki gibi, edepli, derli toplu uyumaya çalışılır.
Bir de parklara, kafelere, otobüslerde sesin çok geldiği yöne bakalım. Rahat oturan, rahat davranan, ve hatta sesini rahatça duyulacak kadar cömert kullanan insanları göreceğiz. Kendi kahkalarına boğulan, burası benim, bu dünya da babamın havasında insanlar. Ve yerinde sessizce oturan her kişiyi korkutan haller. Bu gençlerin atası, odada Kur’an var diye uzanıvermeyi bırakın, oturarak dahi uyumayan bir bey’di.
Nereden nereye geldik…
Mü’minun Suresi, 1. ayeti kerimede “Mü’minler muhakkak felah bulmuştur.” diyor Rabbimiz. Hangi insan felah bulur? Düz ovada yürüyen, ayağına diken batmamış, keyfine keyif katan insan mı? Felah bulmak, rahatlamak, korktuklarından emin olmak, sıkıntı çekmiş insanın vasfı değil midir?
Sokakta, toplulukta haline hareketlerine dikkat eden insanın, eve gelince tatlı bir rahatlık hissetmesi (tamamen gevşemesinden bahsetmiyoruz tabi ki), oruçlu insanın iftardaki sevinci, yokuş çıkan insanın düzlüğe vardığındaki nefesi, hakiki kul olmaya çalışan mü’minin de inşallah ahretteki sevinci gibi. Felah bulmak…
Şimdilerde felah zaten bulunmuş, çokça harcanıyor gibi. Böyle tüketildikçe de buhranlar artıyor, genç yaşta depresyon, ilaç tedavileri, bağımlılıklar almış başını gidiyor. Bu bağlantıyı kurmak zor değil. Edep erkanı ruhuna sindirmiş bir genci mi depresyona yakın görüyorsunuz, yoksa taşkın hareketleri olan bir genci mi? Her amelimizin, hareketimizin ruhumuzda da bir yansıması olduğuna ya da tam tersi ruhumuzun rengi, hareketlerimizle ortaya çıktığına göre, bu bağı kurmakta haksız sayılmayız.
İnsan kendini salıverince, önce yalnızken rahat rahat davransa da, yolun sonuna doğru, kendini izleyen ne kadar çok göz varsa, o kadar ipin ucunu kaçırabiliyor. Bir kamera görsün, sergileyemeyeceği şov, taklit edemeyeceği hayvan yok. Velhasıl Rabbim bizi “asansörde kamera yok” uyarılı günlerden korusun.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.