Fotoğrafta Duygu Varsa Gerisi Teferruattır…
Yıllardır fotoğrafın içindeyim, belki sayıları yüzbinlerle ifade edilen fotoğrafı görme ve inceleme şansı buldum. Genç Dergi’nin ilk sayısından beri sizlerden gelen fotoğraflar öncelikle benim mail adresime geliyor. Hepsine tek tek bakmadan asla arşive atmıyorum. Bu bakımdan fotoğraflarla ilgili ciddi bir göz alışkanlığımın oluştuğu söylenebilir. Bunun yanında belki de gayrı ihtiyari olarak bazı refleksler gelişiyor insanda. Mesela son zamanlarda önüme gelen fotoğraflarda ilk olarak ‘duygu ve anlatım gücü’ne, ardından ışık ve diğer ayrıntılara bakmamaya başladığımı hissettim. Belki bu çok istenmeyen bir durum…
Fatma Zehra Arslan’ın Kız Kule’si ve tekerlekli sandalyedeki insan fotoğrafını ilk görüşte sevdim. İçim ısındı. Çünkü fotoğrafın gerçek anlamı bir duyguyu anlatmaksa işte tam bu fotoğraf anlatıyor dedim. Gerçekten fotoğrafta duyguyu anlatmak çok zordur. Her zaman çekmek ve o duyguyu anlatmak nasip olmaz. Eğer herhangi bir fotoğrafa baktığınızda içinizde bir duygu seli oluşuyorsa o fotoğrafın anlatım gücü gerçekten yüksektir ve sizi çok etkiler. Tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi. Dikkat ederseniz bu fotoğrafı değerlendirirken şu ana kadar herhangi teknik bir konuya girmedik. Çünkü benim anlayışıma göre gerçekten fotoğrafın duygusu ve anlatım gücü yüksekse diğer ayrıntılar teferruat kalıyor. Zaten bir fotoğraf duyguyu güçlü bir şekilde veriyorsa, siz de o anın içine bir unsur olarak katılmış oluyorsunuz. Bu fotoğrafta da tekerlekli sandalyede oturanın yaşı, cinsiyeti, milliyeti ne olursa olsun güçlü bir şekilde bize çok şey anlatıyor. Yok insanın ve kulenin başı kesilmiş, yok renkler oturmamış gibi ayrıntılarla uğraşmak yerine fotoğrafın tadına varmak ve onun hayallerine ortak olmak en iyisi diye düşünüyorum.
Mahmud Demircan’ın geçen yazdan kalan ekin fotoğrafı zannedersem bize gönderdiği ilk fotoğraflardan birisi. İlk olarak şunu söylemeliyiz; iyi düşünülmüş ama uygulama hataları olan bir fotoğraf. Güneş okadar çok patlamış ki, bütün görüntüyü bastırıyor. Eğer bu kadar yoğun güneş gelmesini ayarlarla engellememiz mümkün olmuyorsa, o zaman kareye hiç almamak en iyisi. Eğer güneş bu fotoğrafta kareye girmemiş olsaydı, bütün fotoğraf sağ taraf gibi çok güzel olacaktı. Gökyüzü alabildiğine mavi, başaklar bütün ihtişamıyla gözler önünde, soldan sağa doğru açıktan koyuya doğru giden bir gökyüzü. Hayali bile güzel diyelim.
Merve Aytekin her ortamda ve şartta, hatta birçoğumuzun aklına gelmeyen konulardan güzel çalışmalar yapmayı becerebiliyor. Bu çok güzel bir alışkanlık. Ayrıca fotoğrafa yatkın bir gözü var. Renk kullanımı da oldukça iyi. Tabak içindeki rengarenk lokumlar siyah zemin üzerinde oldukça dikkat çekici bir şekilde duruyor. Karşıdan uzanan ellerinde sadece bilek kısmından girmesi sanki doğrudan bize sunuluyor hissi veriyor. Sade ve mesajı gayet açık bir fotoğraf olmuş. Yalnız tabak üzerinde yer yer ışık patlamaları olmuş. Bir spot daha koyu çekilse sanki daha iyi duracakmış gibi görünüyor.
Manzara fotoğraflarında ufuk çizgisi en önemli grafik öğelerinin başında gelir. Sahnede öne çıkan başka baskın bir öğe yoksa bu önem çok daha öne çıkar. Bu sebeple ufuk çizgisini kareye düzgün yerleştirmek çok daha önemli hale gelir. Nereye konulacağını farklı unsurlar belirler. Denge, renkler, o an yeryüzü ve gökyüzünü ne derecede önemli gördüğümüze göre çerçeveyi bölmek gerekir. Konunun daha iyi anlaşılması için Merve Kefkir’in iki fotoğrafını kullanalım isterseniz. Fotoğrafın temel değerlerinde ve ayarlarında hemen hemen bir farklılık yok. Ama iki fotoğraf farklı şeyler söylüyor bize.
Birinci fotoğrafta (4A) ufuk çizgisi fotoğrafın alt kısmına yerleştirilmiş. Dar bir alanda bir insan ve yer yer doğallığı bozulmuş kar var. Ufuk çizgisinin yukarısında kalan çok büyük bir alan ise gökyüzüne ayrılmış. Sağ üstten giren ve biraz fazla patlamış güneş hariç gökyüzünde hiçbir hareket yok. Bu haliyle büyük alan kullanılamamış hissine neden oluyor. İkinci fotoğrafta (4B) ise ufuk çizgisi hemen hemen fotoğrafın tam ortasına yerleştirilmiş. Ama bu kez alt tarafta daha çok bir alan ve kar örtüsü var. Yerdeki izlerden ve hareketten anlıyoruz ki kar motorlarının geçtiği bir alan burası. Sol arkadaki dağ da fotoğrafa bir miktar derinlik hissi katmış. Adamın pozisyonu neredeyse ilk fotoğrafla aynı ama daha geniş bir açıdan gördüğümüz için toplam alan içinde daha küçük görünüyor. Ayrıca sağ üstten giren güneş yine bir miktar fazla pozlanmış ve patlamış. Gökyüzü yine bu haliyle bile boş.
Bir de bu fotoğrafın ufuk çizgisinin üst tarafa yerleştirildiği bir kare daha çekilseymiş ‘ufuk çizgisi yerleştirme’ dergi gibi bir çekim olacakmış. Ama belki de bu fotoğraf için en uygun seçim o kare olacakmış.
Saliha Gök’ün Konya Sarayönü’nden gönderdiği fotoğrafı bana çok tanıdık geldi. Herhalde geçen yıl gittiğim alabalık çiftliğinde ya da bir benzerinden çekilmiş bir fotoğraf. Flu yakın plandan hareket eden gözleriniz tahta merdivenli köprüyü takip ederek ağaçlar arasında gizlenmiş çardağa ve kavak ağaçlarına ulaşıyor. Işık ve renkler yerli yerinde. Bu haliyle de güzel sayılabilir. Ama insan köprüyü daha ayrıntılı görmek istiyor. Biraz daha yakın ve yukardan çekilseymiş köprünün ayrıntıları, altından akan su daha ayrıntılı görülebilirmiş. O zaman köprünün aslında ne kadar farklı bir yapısı olduğu daha ayrıntılı ortaya çıkarmış.
Rabia Vildan Yücel’in serçe kuşu fotoğrafı kış günlerine çok uygun bir fotoğraf olarak elimize ulaştı. Kar yağışından ve soğuktan yiyecek bulamayan kuşlar genellikle pencerelere konup yiyecek bekler ve ısınırlar. Gerçi serçe kuşları çoğunlukla insanlara yakın yaşamayı zaten severler. Öndeki iki kuşu dikkate alarak çekilen karede kuşların bakış açıları oldukça iyi. Arkadaki kuş kendi aleminde hissi veriyor. Bu tür nazik konuların çekiminde çoğunlukla aceleden bir çok ayarı yapmak ve kadraj oluşturmada seçici davranmak mümkün olmaz. Bu fotoğrafta da bunun sıkıntısı görülüyor. Arka planın oldukça fazla ışık alarak patlaması ve sağ tarafta görünen kırmızı araba bu yüzden kareye zorunlu olarak girmiş hissi veriyor. Yalnız fotoğrafta bir netlik sorunu var. Çok küçük kullanılan alan derinliği bize en yakın kuşun bile net olmasına izin vermemiş.
H. İbrahim Kurucan'ın Yazısı.