Türkiye Ümmet-i Muhammed`in Kalbidir
Kimi insanlar vardır, yüreklerinde bütün dünyayı tutuşturacak kadar kızgın bir kor taşırlar. Onların sevgilerini de öfkelerini de dünya kaldıramaz. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifini en iyi anlayanlardır onlar. Adem Özköse de onlardan biri. Dünya üzerinde milyonlarca kardeşe sahip olduğunun bilincinde ve bu kardeşlerini kucaklamanın derdinde bir ağabey. Kendisiyle dünya Müslümanları, Mavi Marmara ve son çıkan kitabı `Cennete Otostop`` hakkında konuştuk. Konuşurken ümmetin sevinçleri, gözyaşları, arayışları gözlerinden kunuyordu.
Dünyada çoğu kişinin giremeyeceği savaş bölgelerine giriyor ve mazlum insanların sesini bizlere ulaştırıyorsunuz. Belli ki bir derdiniz var. Sizin derdiniz nedir?
Derdimi iki maddeyle özetleyebilirim: Birincisi; dünyada nerede bir mazlum varsa, yaptığım haberler vasıtasıyla bu mazlumların sesini dünyaya duyurmaya çalışıyorum. Ayrıca İslam dünyası gezilerim esnasında üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ne kadar önemli bir coğrafya olduğunu fark ettim. İttihad-ı İslam davasının bir neferi, Ümmetçiliğin dışındaki hiçbir fikre pirim vermeyen birisi olarak söylüyorum ki Türkiye İslam dünyasının merkezi, Ümmet-i Muhammed’in kalbidir.
Dünyaya ışık verecek, İslam dünyasını yeniden toparlayacak olan coğrafya da Anadolu coğrafyasıdır. İslam dünyasını gezip, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlarla görüşmeler yaptıktan sonra bu gerçeği keşfettim. Benim bir derdim de genç arkadaşlara ne kadar önemli bir coğrafya üzerinde yaşadığımızı anlatmak, tarihin bize yüklemiş olduğu misyonu kavratmaktır.
“İSRAİL, TÜRKİYE’DEN YIKILACAK!”
Peki, neden biz?
Biz son halifenin torunlarıyız. İslam dünyasını bir araya getirebilecek tarihsel hafıza, tecrübe ve ruh bu coğrafyada var. Filistin’de yaşananlar yıllardır konuşuluyor, insanlar Filistin için bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Fakat Anadolu insanı ve bu coğrafyanın yöneticileri Filistin için verilen mücadelede taraf olmaya, Filistin’e sahip çıkmaya başladıktan sonra dünyadaki konsept bir anda değişti. Osmanlı fiilen yıkılsa da o ruh insanımızın kalbinde, edası ve asaletinde yaşamaya devam ediyor.
Mavi Marmara’da birlikte olduğumuz Şeyh Raid Salah bize, “İsrail’in kurucusu olan Theodor Herzl arkadaşlarına İsrail’i kurmaya ilk olarak Türkiye’den başlamaları yönünde talimat vermişti. Biz de Filistinliler olarak İsrail’in Türkiye’den yıkılmaya başlayacağına inanıyoruz” demişti. Bundan dolayı burada gerçekleştirilen her faaliyet çok önemlidir. Bir aforizma olarak size şunu da söylemek istiyorum: İslam dünyasının merkezi olan bu coğrafyada, bu coğrafyanın ruhuna uygun olarak çıkarılan her dergi kafir ordularına kurşun sıkmak gibidir.
Yazı ve konuşmalarınızda sık sık İttihad-ı İslam fikri ve neslinden bahsediyorsunuz. Nedir bu İttihad-ı İslam fikri ve kimdir bu İttihad-ı İslam gençliği?
Bir kere her Müslüman İttihad-ı İslamcı olmalıdır. Çünkü bu bizim akidemizin gereğidir. İttihad-ı İslam fikri “Müslümanlar kardeştir” ayetine dayanıyor. Peygamber Efendimiz ise biz Müslümanlardan bir vücudun azaları gibi olmamızı, bir olmamızı istiyor. Bir ümmete ait olmak insana müthiş bir özgüven veriyor. Bu coğrafyanın çocuklarına ulusalcı masallarla bir ümmete ait olduklarını unutturdular. Biz Misak-ı Milli sınırlarını tanımıyoruz ve büyük İslam Ülkesi’ne inanıyoruz. Mavi Marmara gemisinde dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlarla birleşerek bir Ümmet olduk. Birkaç günlüğüne de olsa İttihad-ı İslam rüyamızı gerçekleştirdik. Mavi Marmara Müslümanların birleştiklerinde neler yapabileceklerini de bütün dünyaya gösterdi.
“BİR AN ÖNCE YOLLARA DÜŞMELİYİZ...”
Bir genç kendini, tarihini, misyonunu keşfetmek için sizce hangi şehirleri ziyaret etmeli? İttihad-ı İslam gençliğinin favori şehirleri hangileridir?
Öncelikle Taha Kılınç’ın Şam Kitabı’nı okuyup Şam-ı Şerif’e gitmelidir. Daha sonra Saraybosna’ya, İsfahan’a, Üsküp’e, Gazze’ye, Afrika’ya doğru yola çıkmalıdır. Ama her şeyden önce son halifenin şehri olan İstanbul’u anlamalıyız ve bu şehirleri gezerken yüreklerimizde daima bir İstanbul olmalıdır. Şehirleri gezerken bir turist gibi değil de bir seyyah gibi, kendini arayan bir insan gibi gezmeliyiz. Turistin dijital bir fotoğraf makinesi vardır ve tek derdi de döndüğünde arkadaşlarına, komşularına gösterebileceği fotoğraflar çekmektir.
Ama bir seyyah gittiği şehri hisseder. O şehrin kahvelerinde oturur, insanlarıyla kaynaşır. İttihad-ı İslamcı bir seyyah ise gittiği şehirlerin mescidlerinde dakikalarca oturup tefekküre dalar. İslam şehirlerine yapılan her yolculuk İttihad-ı İslamcı bir genç için binlerce kitaba bedeldir. O yüzden bir an önce yollara düşmeliyiz. Ayrıca Filistin konvoylarından birine mutlaka katılıp o müthiş duyguyu da yaşamalıyız.
Müslümanlarla solcular arasında Filistin konvoylarında belli bir dayanışma sergilenmişti. Bu dayanışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz Müslümanlar olarak bütün mazlumları kapsayacak bir dil geliştirmeliyiz diye düşünüyorum. Bunun eksikliğini yaşıyoruz. Görüyorsunuz kapitalizm hayatımızı çalıyor, çocuklarımızı çalıyor, aşkı, muhabbeti öldürüyor, insanı makineleştiriyor. Ben şahsen dünyanın mazlumlarının zalimlere karşı birleşmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bunu solcular olarak sınırlı tutmamak lazım. Vicdan taşıyan herkes Filistin, Irak, Afganistan için, Latin Amerika’da ezilenler için, Afrika’da sömürülenler için mücadele vermelidir. Bu insanlarla ortak bir nokta yakalayabiliriz.
“MAVİ MARMARA BİR KALP İNTIFADASIDIR!”
Mavi Marmara Adem Özköse için ne ifade ediyor?
Mavi Marmara’yı bir milat olarak görüyorum. Mavi Marmara bir kalp intifadasıdır. İmanın maddeye karşı elde ettiği asil bir zafer, en büyük silahları iman olan bir grup insanın destanıdır. Mavi Marmara’da kurşun ve bombaların altında bir grup gencin Filistin’e karşı duydukları aşk için, mazlumlar için canlarını ortaya koyduklarına şahit oldum.
Filistin’e yönelik düzenlenen konvoylar artık mazlumlar için büyük bir silaha dönüştü. Koca koca orduların veremeyeceği mesajları bu konvoylarla verebiliyoruz. Bunun için her ne olursa olsun konvoyların sürmesi gerektiğini düşünüyorum. Nerede bir mazlum varsa onun acısını hissetmeli, onun için mutlaka bir şeyler yapmanın derdi içinde olmalıyız. İnsan ancak dertle insan olur.
Afganistan’daki Taliban direnişçileri bütün dünyaya acımasız insanlar olarak tanıtılıyorlar. “Cennete Otostop” isimli kitabınızda sonradan Müslüman olarak Taliban’a katılan Avustralyalı bir askerin hikayesini de anlatmışsınız. Yıllarca Müslümanlara düşman olarak eğitilen bir askerin Taliban’ın safına geçmesi bana son derece ilginç geldi. Acaba Taliban veya Afganlılar bize anlatıldıkları gibi değiller mi?
Afgan halkı Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı esnasında bize en çok destek veren halktı. O insanlar bugün Taliban adı altında işgalci güçlere karşı vatanlarını, namuslarını savunuyorlar. Otuz dört NATO ülkesi tek silahları imanları olan bu insanları bir türlü teslim alamadı. Afgan Müslümanlarla ilgili bunlar “mağara adamları” imajı çizilmeye çalışılıyor. İşte emperyalizmin propaganda makinesi böyle işler. Bir at düşünün. Size biri “ben bu atı öldüreceğim” dese sen katil misin dersiniz.
Ama o adam size “bu at kuduz ve insanlara zarar verecek” dese ve atı öldürse, bu sefer aynı adama “doğru bir şey yaptın” dersiniz. Aynı bu at örneğinde olduğu gibi dünyadaki küresel güçler bir yere saldırmadan önce bize “bu at kuduz” diyorlar. Bizi tepkisiz bırakıyorlar, çünkü biz o atın kuduz olduğuna inandırılıyoruz. “Propaganda bütün silahlardan daha güçlüdür” diyor bir Amerikalı yetkili. Bundan dolayı Amerika’nın işgal ettiği bölgelerden gelen haberlere karşı dikkatli olmalıyız.
İlk kitabınız olan “Cennete Otostop”ta mühtedilerle yaptığınız röportajları okuduğumuzda Kur’an’ın insanların Müslüman olmalarında çok büyük bir etki sahibi olduğunu görüyoruz. Peki Kur’an insanları bu derece kendine çekerken biz Müslümanların Kur’an’dan uzak yaşamaları o insanlar üzerinde nasıl bir etki oluşturuyor?
Sonradan Müslüman olanların bazılarından “İyi ki Müslümanlarla tanışmadan önce Kur’an’la tanışmışız. Müslümanları Kur’an’dan önce tanısaydık, içinde bulundukları hâli görseydik belki de Müslüman olmazdık” şeklinde cümleler duydum. Bu cümleleri ilk duyduğumda büyük bir acı ve ızdırap hissetmiştim. İslam’ın dünyaya ilk yayıldığı zamanlar Müslüman demek asil adam, asaletli adam demekmiş. Endonezya’ya, Malezya’ya Müslüman bir tüccar geldiğinde insanlar bu Müslüman tüccarı görmek, onun anlattıklarını dinlemek için birbirleriyle yarışıyorlarmış. Biz her şeyden önce Müslüman asaletimizi kaybettik. Kâl ehli değil; hâl ehli olmak gerekiyor. İnsanlar kelamdan, sözden değil; ahlâktan, ihlastan, samimiyetten etkileniyorlar.
Büyük ilgi gören ve kısa zamanda ikinci baskısı çıkan “Cennete Otostop”u başka dillere de çevirmeyi düşünüyor musunuz? Ayrıca yeni bir kitabınızın daha çıkacağını duyduk. “Cennete Otostop”tan sonra hangi kitap geliyor?
“Cennete Otostop”u okuyan bir çok okuyucum “bu kitabın sadece bir Türkiye klasiği değil; bir Ümmet klasiği olması gerektiği” yönünde ifadelerde bulundular. Kitabın şu an Arnavutça ve İngilizce çevirileri yapılıyor. Yakında da İngilizce tercüme başlayacak. İnşallah zamanla Malayca, Rusca, İspanyolca ve Portekizce’ye de tercüme edilir. “Cennete Otostop”tan sonra “Söz Direnişçilerde” isimli bir kitap geliyor. Dünyanın en ünlü direnişçileri ilk defa bu kitapta bir araya gelecekler. Yeni kitapta Çakal Carlos’tan Filistinli kadın korsan Leyla Halid’e, Molla Dadullah’tan Bush’a ayakkabı fırlatan Muntazar Zeydi’ye, Patanili, Morolu, Gazzeli, Iraklı, İrlandalı direnişçilere kadar bir çok direnişçiyle yaptığım görüşmeler ve onlarla ilgili gözlemlerim yer alacak.
Selim Tiryakiol'ın Yazısı.