İkbal, Hz. Mevlana’yı çok okumuş, çok sevmiş, ona mürşidim demiş. Âkif de bir Mevlâna hayranı. Mısır yıllarını  anlatırken, Kur’an tercümesinden yoruldukça Mesnevi okuduğundan söz ediyor.

stadım,

Dün gece biraz ruhum daraldı. Dışarı çıktım, kâr etmedi. Sonra Safahat’ın Gölgeler’ine sığındım. Görkemli bir şehrin arka sokaklarına... Güçlü ve vakur bir ruhun derununa... Benden önce o şehrin arka sokaklarında gezenleri biliyorum. Belki de doğruca oraya yürüyüşüm  ondan. “Ben daha çok oralarda dolaşmayı severim” diyordu onlardan biri.

Orada bir ruhun çırpınışı vardı zira. Ötelere kanat çırpışı… Gurbette vuslat arzusu… Kırık bir kalbin itminan arayışı… Sadece itminan  mı aradığı? Hayır, bizzat O!

Senin mecnununum bir sensin ancak taptığım Leylâ; Ezelden sunduğun şehlâ-nigahın mestiyim hâlâ!

Buradaki âşık-maşuk ilişkisi gözünden kaçmamış olmalı. Âşık, vecd ve istiğrak hâlindedir. Leyla’nın huzurunda kendinden geçmiştir. Tıpkı Mecnun gibi… Tapma, bilinç hâlinin çok ötesindeki bir kulluğun ifadesi. Zira elest bezminde Sevgili’nin attığı bakış sarhoş etmiştir onu. Ve o bakışın tesiri altındadır hâlâ.

Yıllarca kılıç sallamış bir savaşçının kalp hafakanları vardı orada. Ümmet, memleket için verilmiş canhıraş bir savaşın ardından…  Savaş oklarını kendine çevirmişti şimdi. Kendi derununa… Afaktan enfüse… Gölgelerden hakikate… Vuslata duyulan özlemin bir  tezahürüydü belli ki bu.

Nasıl dursun, benim bîçare gölgem, senden ayrılmış?

Güneşlerden değil, ya Rab senden ayrılmış!

Gece şiirinin başında, Allah’ın sanatını gören şâir: “Şaşırdım ben!” diyor. Anlaşılan bir müşahade hâli bu… Vahdet-i şühud… Şaşırma ise bir “hayret” ifadesi. Âlimin ilmi varsa, sufinin hayreti vardır. Allah’ın eşsiz tecellilerini gördükçe artan bir hayret onunki de.

Asıl şaşkına dönen biziz burada. İnsanı anlatan onca şiirden sonra… Mahalle Kahvesi, Köse İmam, Seyfi Baba gibi şiirlerin sahibi…  ahdetten, şühuddan, vecdden, haşyetten söz ediyor şimdi. Gece’yi, Hicran’ı, Secde’yi söylüyor… Yoksa yıllarca  sürdürülmüş “halvet der encümen”in tezahürü mü bu?

Yakın dostlarından biri de bizim gibi şaşırmış olacak ki, “Üstadım siz vadiyi değiştiriyorsunuz” demiş. “Hayır,” demiş şairimiz, “ben  zaten o vadideydim, cemiyete hizmet arzusu beni o vadilere götürdü.” Üstad iyi ki dönmüş geri. Yoksa o muhkem suretin, o alev alev  yanan ruhunu nasıl keşfedebilirdik ki? Gölgeler olmasaydı, biraz mahzun kalmaz mıydı Safahat’a sığınan âşık ruhlar?

Sevgili Dostum,

Âkif’in bu hâlinden bahsedilir de İkbal unutulur mu? Onlar, İslam dünyasındaki zor zamanların iki büyük siması… İkisinde de aynı  yürek yangını var. İkisi de yeni bir soluk üfleme derdindeler ümmetin damarlarına. Batının savletine göğüs germe niyetindeler tek  başlarına. Sözümona medenî dünyanın İslam coğrafyasını olduğu kadar Müslüman zihinleri de parçalama girişimleri karşısında…  Şiirleri bu savaşta en güçlü vasıta onlar için. İçlerindeki volkanın mısra mısra patlaması...

Diğer bir ortak yönleri de şiirlerindeki derinlik. İlahi tecellilere mazhariyetleri… İkbal’in tasavvufi neşvesi daha gür, mana âlemi daha  gümrah görünüyor. İkbal’in doğu aşk ve vecdini dile getirişi gerçekten müthiş! Ona Rûmi-i Sânî denmiş bu sebeple. Bu arada Âkif’in  İkbal’i kendine benzetmesi de dikkatlerden kaçmıyor. Âkif’in ona yönelik sitayişli sözleri de var. Ne ki bunları şairimizin tevazuuna  yoruyorum ben. Zira onun da ilk şiirlerinden itibaren ilahi tecelliler bütün yoğunluğuyla hissediliyor. Son şiirleriyle de ruhunda  mündemiç olan o engin duyuşları ortaya çıkarıyor. Böylece her iki şâir birbirine daha çok yakınlaşıyor.  

Kesinlikle iki şairi karşılaştırmak gibi bir niyetim yok burada. Ancak ortak noktaları ne kadar da  çok bu iki büyük insanın! Âkif’in dediği gibi İkbal, Hz. Mevlana’yı çok okumuş, çok sevmiş, ona mürşidim demiş. O minvalde şiirler yazmış. Farsçası çok güzel olan  Âkif de bir Mevlâna hayranı. Mısır yıllarını anlatırken, Kur’an tercümesinden yoruldukça Mesnevi okuduğundan söz ediyor. Beş-altı şerhiyle beraber…

Diyeceğim o ki, onlardaki şevk, vecd ve istiğrak hâlini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. İki şâir de ilhamlarını Hz. Mevlana’dan almışlar.  evlana Moğol istilası sırasında şiirleriyle bir umut ışığı olmuştu. Şairlerimiz de hem dikkatini afaktaki değişimlere çekip  diriliş soluğu üflediler ümmete, hem de yüzünü enfüse çevirip aşkı-şevki aşıladılar.

Bu iki şâirin kâselerinden bir kez daha yudumlamaya çağırırken, Allah’a emanet ediyorum seni.


Mesut Kaya'ın Yazısı.