Canan Yörükoğlu

Türkiye’de bir gençlik devrimi olmadığı sürece hiçbir tartışmayı sonlandırmamız, hiçbir kavgayı bitirmemiz, hiçbir sorunu çözmemiz mümkün değildir. Türkiye’de gerçek bir çözüm arzulanıyorsa bunu gerçekleştirebilecek olanlar gençlerdir.

Bugün ülkemizde yapılan tartışmaların bir çoğunda en az 50-60 yıllık husumetlerin izlerinin görüldüğü aşikardır. Bu sebepledir ki bu tartışmaların neredeyse tamamı bir çözüme varmamakta, aksine; bu tartışmalar her seferinde daha da karmaşık bir hal alıp, tarafları daha da keskinleştirmektedir. Mesela; 1960 Darbesini masaya yatırmak için başlayan tartışmalarda asıl konuşulması gereken “darbe, ihtilal, devrim” kelimelerinin işaret ettikleri ve 1960 Darbesi ile oluşan ortamın milli, sosyal, ekonomik olarak getirdikleri ve götürdükleri olmalıdır.

Oysa 1960 diye başlayan tartışmaların tamamında önce iki kutup oluşmakta, daha sonra mesele “Adnan Menderes’in asılması” noktasında tıkanıp kalmakta, bir türlü darbenin öncül ve artçıl süreçleri sosyolojik olarak tam manasıyla incelenememektedir. Bu, bugüne dek hep böyle olmuştur. Çünkü tarafların tamamı bir şekilde bu darbenin bir noktasında yer almış, buna etki yapmış veya bundan etkilenmiştir. Dolayısıyla birbirlerini dinlemeleri mümkün olsa bile anlama gayretleri gayri kabildir.

Başka bir örnek ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tartışılması noktasında karşımıza çıkmaktadır. Gazi’nin yaptıkları, yapamadıkları, yapmak istedikleri ve konumu bahse konu olması gerekirken, mesele Gazi’nin özel hayatında takılıp kalmakta, tartışılması mümkün olan alana kısmi girişlerin de ana kapısı yine bu özel hayattan olmaktadır. Zira konuyu tartışan kişilerin bir kısmı Osmanlı döneminden, bir kısmı Cumhuriyet’in ilk yıllarından, bir kısmı da CHP-DP iktidar dönemlerinden temellendirdikleri husumetlerle olaya yaklaşmaktadırlar ve ne yazık ki bir çoğunun bu tartışmalarda sarf ettiği sözler sokaktaki normal vatandaşınkinden öteye geçmemektedir. Öyle ki bu konuda araştırma yapmayı düşünmek bile gereksiz görülür tartışanlarca.

Onların Verdiklerini Alıyoruz

1980 Darbe Anayasası’nda kısmi değişikliğe gittiğimiz, her şeyin güzel olacağının iddia edildiği bir referandum sonrasında biz gençlerin durumu bu 50-60 yıllık husumetçi amca ve teyzelerden farklı mı zannediyorsunuz. Bence zerrece farkımız yok çünkü bizi besleyen onlar. Biz, yıllardır onların verdiklerini alıyoruz. Bazılarımız okuma zahmetine bile katlanmıyor, sadece dinledikleri ile iman ediyor. Sorgulayışlarımız bile bize izin verilen kadar. Siz sorguladığınızı mı zannediyordunuz yoksa?!

Meşhur kıssanın kahramanları yılan ile köylüden farklıyız oysa. Ne evlat acımız var ne kuyruk. Oysa hep bir kin, hep bir hesaplaşma duygusu içimizde. Kınımızdan ha çıktık, ha çıkacağız. Oysa bizlere miras kalması gereken umutlar değil miydi? Hani dünyayı evlatlarımızdan emanet almıştık. Evlatlarımızı daha doğmadan dedelerinin, hatta büyük dedelerinin çatışmalarının mirasçısı niye yaptık o zaman? Cevap çok basit: Hiçbirimiz bu döngüyü kıracak cesarete sahip değiliz. Ne converse ayakkabılı bayrak taşıyanlarımız, ne sokaklarda “amerika defol” diye bağıranlarımız.

Adı Konmamış “Kan Davaları”

Bizim yalnız kalmaya ihtiyacımız var. Ortalama aynı kuşakta yer alan, ilk çamaşır makinesini, ilk bilgisayarı, ilk atariyi aynı dönemlerde gören, boş arsalardan site bahçelerine gerileyen, akşama kadar top peşinde koşturmaktan akşama kadar dershane dolaşmaya geçmek zorunda kalan bizlerin, bu süre içerisinde çözemeyeceğimiz hangi büyük kavgamız oldu da böyle gırtlak gırtlağa geldik? Hangimiz diğerinin babasını öldürdü de aramıza böyle adı konmamış “kan davaları” girdi?

Aslında “Biz”, yani bütün bir gençlik, camilerdeki cemaatlerimizi bozduğumuz, sıralarımızı ayırdığımız, birbirimize selam vermeyi kestiğimiz, dört duvar mekânlarımıza çekildiğimiz gün kaybetmiştik zaten “biz olma” kavgamızı.

O zaman aynı yoldan bulacağız yine çıkışı. Babalarımızdan aldığımız kavgalara talip olmak yerine, evlatlarımıza bırakacağımız birliktelikler kuracağız. Her birimiz ayrı bir parça olmak yerine, hepimiz “tek bir” parça olacağız. Bu topraktan aldığımız referanslarla.

Ne Amerikan pabuçlarının altında, ne kızıl bayraklar gölgesinde. Kendi dilimizce, kendi töremizce, kendi elimizle. Çünkü bizim dilimiz sevdayı anlatmış yıllarca, töremiz doğruya yöneltmiş, elimiz hep mazlumun sırtını sıvazlamış.

Vakit birbirine “yitik” diye bakan gençliğin, birbiri ile oturup konuşma vaktidir, hâlâ hürken...


GENÇ'ın Yazısı.